Lavanta Bahçeli Burdur Gezisi

Uzun zaman oldu siteye yazmayalı. Görev gereği sınıra atandığım, daha önce hiç bilmediğim bir yerde yaşamaya çalıştığım ve ilk defa uzun süreli olarak memleketim Trabzon’dan ayrı kalmak zorunda olduğum için alışma dönemim epey uzun sürdü. Aslında halen alışmaya çalışıyorum desem daha doğru olacak. Özgeçmişimde de ifade ettiğim gibi yurt içinde katıldığım toplantı, konferans, eğitim vb. tüm etkinlikleri fırsata çevirerek gezmeye çalışıyorum. İşte bu muhteşem geziyi gerçekleştirebilmem iki eğitim arasında kalan boş hafta sonum sayesinde oldu.

Gezi Planı

Ankara’daki iki eğitim arasında kalan boşluk 22 – 23 Haziran 2019 tarihlerine denk geliyordu. Mutlaka bir şeyler yapmalı, bu iki günü dolu dolu geçirmeliydim. Ancak kafam karmakarışıktı, aylar olmuştu gezi planlamayalı. Ankara’ya yakın olan illerde gitmek istediğim o kadar çok yer vardı ki… Günübirlik 2 ayrı gezi mi planlamalı yoksa 2 günü de içeren tek bir gezi mi? Tur şirketiyle mi anlaşmalı yoksa toplu taşıma araçlarını mı kullanmalı?

İşte tam da kara kara düşündüğüm bir anda “En kötü karar kararsızlıktan iyidir.” diyerek bütün karmaşık düşüncelerimi bir kenara attım. 12 yıllık hayalim Salda Gölü ve 2 yıllık hayalim lavanta bahçelerini içeren bir tura katılmaya kararı verdim. Salda Gölü’ne geçen yıl Gezmek güzel şey sayesinde gidebilsem de mevsim uygun olmadığı için göle girememiş, sadece kenarında uzun uzun koşmuş, ayaklarımı suya sokmuştum. Bu sefer öyle bir tur ayarlamalıydım ki beni Salda Gölü’nün Saldivler olarak bilinen en güzel kıyısına getirmeli ve yüzmek için vakit ayırabilmeliydi.

Lavanta bahçeleri

Biraz da Lavanta bahçelerine olan merakımdan bahsedeyim. Mor rengini, mavi kadar olmasa da severim. Sosyal medyada gördüğüm lavanta bahçelerinde çekilen birbirinden güzel fotoğraflar 2 yıldır içimde gitme isteği oluşturuyordu. Ancak araştırmalarıma göre lavanta bahçelerinin en güzel zamanı temmuz ayının ilk haftalarına denk geliyor ve bu zamanlarda çok kalabalık oluyordu. Ya ben ne yapıyordum haziranın son haftası gitmeyi düşünerek? Lavanta bahçelerinin muhteşem morunu görebilecek miydim? Risk almaya değer miydi? Gitmesem bir daha bu fırsatı yakalayabilecek miydim? Derken risk aldım ve aynı cümleyi kendi kendime tekrarladım: “En kötü karar, kararsızlıktan iyidir.” Hemen ardından tur şirketi araştırmaya başladım 😀

Lavantalar

İnternet üzerinden yaptığım uzun uzun araştırmalar sonucunda Salda Gölü ve lavanta tarlalarını içeren, Salda Gölü’nde Saldivler olarak bilinen yerde yüzme molası veren, lavanta tarlaları gezisini gün batımına denk getiren, fiyatı uygun, en kapsamlı ve amacı tam da benim istediğim gibi kısa zamanda en fazla sayıda yeri göstermek olan “Yurdun Gezginleri”ni tercih etmeye karar verdim. Tur sahibi ve rehberi İbrahim YILDIZ’la iletişime geçerek turu ayarladım.

Gezi Ekibi

Eski yazılarıma bakacak olursanız, bu bölümü uzun uzun yazdığımı görürsünüz. Öyle ki şimdiye kadar farklı yerlerde tanıştığımız birbirini hiç tanımayan arkadaşlarımızın bir araya geldiği pek çok gezi planladık. Sanırım bu yazı en kısa gezi ekibi bölümüne sahip olacak; çünkü ekip yok, tura tek başıma katıldım.

Gezi ekibi

Gezinin Başlangıç Noktası

Tur otobüsüne 21 Haziran cuma gecesi Kızılay’dan bindim. Otobüsü beklerken Songül ve Ayşen Hocamla tanıştım. Onlar da tur otobüsünü bekliyorlardı. Sonra başkaları da geldi ve hep birlikte otobüse doluştuk. Tur rehberimiz İbrahim Bey bize otobüste oturmamız gereken yerleri gösterdi. Geceyi otobüste geçirdik ve ilk durağımız olan çörek otlu kahvesiyle meşhur Gölhisar’a doğru yol aldık. Sabah kahvaltımızı burada yaptıktan sonra, Kibyra Antik Kenti’ne gittik.

Gölhisar’ın çörek otlu kahvesi meşhurmuş, heykelini bile koymuşlar.

Kibyra Antik Kenti

Kibyra çok fazla bilinmeyen bir antik kent ve benim “Yurdun Gezginleri”ni tercih etme nedenlerimden biri; çünkü Salda Gölü’ne giden diğer turlar Kibyra’ya gitmiyordu. Daha önce ismini duymadığım için internetten araştırma gereksinimi duydum ve Odeon Sahnesi’nde (Müzik Salonu, Meclis Binası) bulunan mozaiği görmek için heyecanlanmaya başladım.

Antik kentin girişinde bizi, kazı çalışmalarına büyük bir gönüllülükle destek vererek antik kentin ortaya çıkarılmasında büyük emekleri olan ören yeri bekçisi İsa ERYURT karşıladı. İyi ki de karşılamış; çünkü antik kentin birbirinden ayrı konumlarda bulunan oldukça geniş bir alana yayılmış bölümlerini bulmakta zorlanabilir, geziye nereden başlamamız gerektiğini bilemeyebilirdik. Kazı çalışmaları hala devam ettiği için aslında giriş kapısı bulunmamakta. Antik kentin bölümleri arasındaki yollarda da henüz düzenlemeler yapılmamış. Biz de ücretsiz içeri girdik; ancak 2020 yılından sonra ücrete tabi olacağı söylendi.

Antik kent gezimizde yol kenarındaki yapılardan biri

Turu topladık ve İsa ERYURT’un anlatımıyla antik kent gezisine başladık. Anti kent çok kapsamlı olduğu için bir başka yazıda ayrıntılarını paylaşacağım (tıklayın). Ancak ünlü mozaik hakkında bilgi vermeden de geçmeyeceğim.

Antik kentin Odeon Sahnesi’nde kırmızı, yeşil ve beyaz mermerden yapılmış, Anadolu’nun en sağlam ve en büyük mozaik alanı olma özelliği taşıyan, yılanlardan oluşan saçları ve insanları taşa çeviren bakışlarıyla Medusa mozaiği bulunmakta. Biz gitmeden bir gün önce yağmur yağmış ve mozaik zarar göremesin diye biz gelene kadar mozaiğin üzerinde biriken yağmur suları temizlenmişti. Pırıl pırıl parlıyordu. Medusa’nın hüzünlü hikayesini dinledikten sonra buradan ayrıldık.

Odeon Sahnesi ve meşhur mozaik

Salda Gölü

Antik kent gezimizi tamamladıktan sonra gezme sırası Salda Gölü’ne gelmişti. Gölün adını duymak bile bende tarif edilemez bir mutluluk nedeniyken, gölü tekrar görecek ve göle girecek olmamın verdiği hazzı kelimelerle hiç tarif edemeyeceğim. Öyle ki tura katılan herkes göle gitmeden önce yöreye özgü çörek otlu kahveden içerken, ben heyecandan ne yapacağını bilmez bir halde ortalıkta dolanıyordum.

Salda Gölü’nün uzaktan görünümü

Salda Gölü’nü daha önce Gezmek güzel şey site yöneticisi Serdar’ın anlatımıyla sitede yazdığımız için çok ayrıntılı bahsetmeyeceğim. Ayrıca son zamanlarda methini duymayan da kalmadı. O halde ben de göle karşı hissettiklerimden bahsedeyim. O muhteşem mavi yeşil karışımı turkuaz rengi fotoğraflarda da görsem, canlı canlı da görsem kendimden geçiyorum ve içimi tarif edilemez bir mutlulukla huzur kaplıyor. İhtiyacım olan iç huzuru doyasıya aldım, yaklaşık 1 saat de yüzdüm.

Salda Gölü

Salda Gölü ile ilgili olarak sayın okuyucularımızla paylaşmak istediğim bir nokta var. Salda Gölü‘nü besleyen tek su kaynağı olan Düden Çayı’na sulama amaçlı gölet yapılması planlanıyor. Bu durum Salda Gölü’nün geleceğinin tehlikeye gireceği anlamına geliyor. Lütfen karşı çıkalım. Gelecek nesillerimizi düşünerek, sadece Salda Gölü için de değil, aslında bütün doğal güzelliklerimizin göz göre göre yok olmasına seyirci kalmayalım.

Lisinia Doğal Yaşam Köyü

Salda Gölü’nden sonra rotamızı Lisinia’ya doğru çevirdik. Önce mor renkli lavanta bahçelerinde bol bol fotoğraf çekildik. Ardından doğa gönüllüsü veteriner hekim Öztürk Sarıca’dan maddi destek ve hibe olmaksızın tamamen gönülülük esasıyla kurulan Lisinia’nın kuruluş amacı ve faaliyetleriyle ilgili bilgi aldık. Lisinia doğan ve batan güneşle ay ışığının su üzerindeki pırıltısı anlamına geliyormuş. Burada 8 önemli proje yürütülmekteymiş. Bu projelerden aşağıda kısaca bahsetmeye çalıştım.

Lavanta bahçesi gören Karadenizlinin hali

Yaban Hayat Rehabilitasyon Merkezi: Nesli tükenmekte olan hayvanların koruma altına alındığı, hasta veya yaralı hayvanların tedavi edilerek doğal yaşama kazandırıldığı yerdir. Eğer hayvanlar tedavi sonrası doğal yaşama dönemiyorsa ömür boyu burada barınmakta, temel ihtiyaçları merkez tarafından karşılanmaktadır.

Lisinia Doğa Okulu: Burdur’da okuyan tüm öğrencilere burada suyun önemi ve su kaynaklarının tasarruflu kullanılması, küresel iklim değişikliği ve alınabilecek önemler, yaban hayatı ve önemi, biyolojik çeşitlilik, organik tarım teknikleri ve başarı hikayeleri, zararlı kimyasallar ve kansere etkileri gibi konularda belirli bir program dahilinde eğitim verilmekte. Öğrenciler buradan ayrıldıktan sonra doğa gönüllüsü olmaktadır.

Yaşamak için Burdur Gölü’nü Yaşat: Proje alanında kullanılan tüm arazilerde suyu az tüketecek ve bölge halkı için sürdürülebilir gelir modeli oluşturacak ürünler yetiştirilmektedir. Gül ve lavanta bu ürünlerden bazılarıdır.

Burdur’a geldiğimiz belli olsun

Yerli Bitki, Hayvan Türlerinin Üretimi ve Gen Muhafaza Projesi: Bu proje kapsamında bölgedeki bütün köyler ziyaret edilerek orijinal yerli tohumlar toplanmış, ekim dikim çalışmaları yürütülmüş, köylerde yaşayan insanları yerli tohumların önemi anlatılmış.

Bahsettiğim proje alanlarının dışında burada ağaçtan yapılma çadırlar bulunmakta. Çadırların içinde de fotoğraflar yer almakta. Bu fotoğraflarda dünyanın dört bir yanından karelere yer verilerek geçmişten günümüze doğaya ne kadar zarar verdiğimiz, etrafımızdaki güzellikleri insan eliyle nasıl da yok ettiğimiz anlatılmaya çalışılmış. Bütün projeler hakkında bilgi aldıktan sonra üzgün üzgün buradan ayrıldık.

Lisinia’daki çadırlar

Burdur’da Akşam Yemeği

Burdur merkeze geldiğimizde çok acıkmıştık. Tabi ki yemek tercihimizi Burdur şişten yana kullandık, lezzetliydi. Şişçi Hasan, Burdur şişi en iyi yapan mekanlar arasında geçmekte. Bunun dışında yine buraya özgü cevizli ezmenin de tadına baktık ve biraz da eve götürmek için satın aldık. Sonrasında otele kendimizi nasıl attık hatırlamıyorum, hatta otelin ismini bile hatırlamıyorum. Sabah uyandığımda evimdeyim sandım; ama gözümü açtığımda otelde olduğumu anladım. Anlayacağınız o kadar yorulmuşum… 😀

Burdur Arkeoloji Müzesi

Otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra ilk durağımız olan Arkeoloji Müzesi’ne gittik. Müzekartın geçerli olduğu müzede Hacılar, Kuruçay, Höyücek Höyükleri, Boubon, Kibyra ve Sagalassos kazılarından çıkarılan, müsadere ve satın alma yoluyla kazandırılanlar ile birlikte 60.000’den fazla kültür varlığı bulunmaktaydı. Burada gördüğümüz heykellerin aynılarının Sagalassos’ta da olduğunu fark edince asıllarının müzede, imitasyonlarının da antik kentte olduğu bilgisini aldık.

Burdur Arkeoloji Müzesi’nde devasa Apollon heykeli

Müzede benim en çok ilgimi çeken eserler dans eden kızlar frizi, tüm ayrıntılarına kadar görebildiğiniz imparatorlara ait bacak ve ayak heykelleri, heybetiyle şaşırtan büyüklükteki Apollon heykeli, antik güneş saati ve lahit kapakları oldu. Ayrıca buradan ayrılmadan önce insan haklarına, eşitlik, hakkaniyet ve adalet kavramlarına çok önem veren biri olarak Adalet Tanrıçası Nemesis’in önünde uzunca bir süre bekledim. Sonra da Allah’tan evrende yaşayan bütün varlıklar için adalet diledim. Ziyaretimizi tamamladıktan sonra yine şehir merkezindeki diğer müzeye gittik.

Lahit kapağı (eşler birlikte gömülüyor)

Burdur Doğa Tarihi Müzesi

1800’lü yıllarda yapıldığı tahmin edilen Kavaklı Rum Ortodoks Kilisesi restore edilerek Doğa Tarihi Müzesi’ne dönüştürülmüş, müzekart geçerli. Burada bölgede yürütülen çalışmalar sonucunda bulunan milyonlarca yıllık başta fillerin atası mastadonlar (mamutlar) olmak üzere pek çok türe ait kalıntılar sergilenmekte. Buradaki bütün kalıntılar gerçek; sadece girişte sizi karşılayan büyük mastadon iskeleti imitasyon (dişler hariç). Hayran hayran etrafımızı seyrettik. Benim ilk doğa tarihi müzesi deneyimim olduğu için burayı unutmayacağım.

Burdur Doğa Tarihi Müzesi (gerçek mastadon dişleri)

İnsuyu Mağarası

Burdur’un merkezinde yer alan müzeleri ziyaret ettikten sonra ülkemizin turizme açılan ilk mağarası olan İnsuyu Mağarası’na geldik, giriş için 8 TL ödedik. Mağaranın girişinde kuvvetli bir hava akımı vardı. Bu yüzden yolcuların birçoğu mağaraya girmekten vazgeçip mağaranın kapısından geri döndü ve girişteki çay bahçesinde kahve içti. Bizler de üşüyeceğimizi tahmin edemediğimizden hırkalarımızı otobüste bırakmıştık, geri dönmeden donarak içeri girmeyi tercih ettik. Yaklaşık 30-40 metre ilerledikten sonra hava akımının kesildiğini fark ettik, donmaktan kurtulduk. Mağaranın içerisinde sarkıtlar ve dikitler bulunmaktaydı. Karşılaştırma yapmayı sevmesem de Gümüşhane’deki Karaca Mağarası sanki daha güzel 😀

İnsuyu Mağarası

Sagalassos Antik Kenti

Mağaradan sonra gezi sırası çok merak ettiğim Sagalassos Antik Kenti’ne gelmişti. Hava çok sıcaktı, tur zamanımız kısıtlıydı. Bazı yerlerini koşarak gezdim ve bitiş noktasında tur ekibine yetiştim. Haziran ayı olduğu için etrafta sarı çiçekler vardı, biz gideceğiz diye antik kenti süslemişlerdi sanki. Hava sıcaktı, çok fazla merdiven çıkarak tırmanmamız gerekiyordu; ancak ortamın ambiyansı o kadar güzeldi ki bunu dert etmiyorduk 😀

Sagalassos Antik Kenti’nde sarı çiçeklere baka baka tırmandığımız muhteşem yol

Gezmek güzel şey site yöneticisi Serdar’ın anlatımıyla daha önce Sagalassos’u sitede paylaştığımız için çok ayrıntılı bahsetmeyeceğim (tıklayabilirsiniz). UNESCO Dünya Mirası Listesine girmeye çalışan bu kent geçmişte aşkların, itirazların ve imparatorların gözde şehriymiş. İçerisinde bulunan Antoninler Çeşmesi’nden su içenlerin güzelleştiği söyleniyormuş. Ben suyundan içmedim, o yüzden herhangi bir yorum yapamayacağım 😀 Çeşme dışında agorası, hamamları, kütüphanesi ve antik tiyatrosu bulunmakta.

Sagalassos Antik Kenti’nin tepeden görünümü

Eğirdir Gölü

Göl değil deniz mübarek 😀 Çok büyük, masmavi, uçsuz bucaksız… Gölün tadını nasıl çıkarmak isterseniz, tercihi sizi bırakıyorlar. Plajları var, yüzebilirsiniz. Tekne turuna katılabilirsiniz. Bizim yaptığımız gibi bir tepeye çıkıp göle bakarak güzelliğine hayran kalabilirsiniz.

Eğirdir Gölü (Dağdaki yazıya dikkat: Güçlüyüz, Cesuruz, Hazırız)

Hoşça Kal Burdur

Eğirdir Gölü’nden ayrıldıktan sonra Ankara’ya doğru yol almaya başladık. Başta gezi ekibimin olmadığından bahsetsem de tur sayesinde pek çok yeni kişiyle tanışmış oldum. Nihal, Songül, Ayşen, Emel, Nurten, Nazmiye, Gülay, Hocalarım, Ayşegül ve diğer bütün katılımcılar sizleri unutmayacağım. İnşallah bir gün yollarımız yine tesadüf eseri bir yerler de kesişir de, beraber geçirdiğimiz 2 günü gülerek anımsarız. Bu vesileyle güzel gezimizin tüm planlamalarından sorumlu olan İbrahim Bey, eşi Özlem Hanım ve kızı Gülce’ye de çok çok teşekkür ederim. Sizlerin sayesinde geziye çok ihtiyacım olan şu günlerde hiç unutmayacağım güzellikte 2 gün geçirdim 😀

Bir Yorum Yazın

Yazar: Ceyda

Çalışma hayatımın çok yoğun ve yorucu olduğu zamanlarda hayattan kısa bir mola alarak gezmek, görmek, farklı kültürleri tanımak, yeni insanlarla tanışmak isterim. Çalışmaya verdiğim ara yeni yerler keşfetmemi sağladığı kadar işe döndüğümde de motive olmamı sağlıyor. Ayrıca eğitim amaçlı katıldığım seminer, kurs, kongre ve sempozyumlarda da gittiğim şehirlerin güzelliklerini keşfetmek için vakit ayırmaya çalışıyor, hem geziyor, hem de okuyorum. Böylece "Çok gezen mi, çok okuyan mı bilir?" sorusuna yanıtım "İkisini de yapan... "oluyor.