Gümüşhane’ye Gitmeye Nasıl Karar Verdik?
Gümüşhane’de herkesin mutlaka gezip görmesi gereken birbirinden güzel yerler bulunmakta. Gümüşhane gezimizi kararlaştırmamızı sağlayan belki de en önemli faktör, bu yerlerden bazılarına (örneğin Şiran’daki Tomara Şelalesi) uzun zamandır gitmeyi düşünmemizdir. Bir de tez döneminde yaşadığımız yoğun stresin üzerimizde bıraktığı olumsuz etkileri azaltmak… Ancak gitmeyi düşündüğümüz o kadar yer vardı ki… Limni Gölü, Torul Cam Teras, Karaca Mağarası, İmera (Olucak) Manastırı, Keçi Kalesi, Çakırköy Kilisesi, Tomara Şelalesi gibi… Acaba hedeflerimize varabilecek miydik? Hava durumu ve daha önce girmediğimiz yollar bizim lehimize olacak mıydı? 🙂 Yapabileceğimiz en doğru şey sabahın erken saatlerinde yola çıkmaktı, biz de öyle yaptık 🙂
Ekip
Gezmek güzel şey site yöneticisi Serdar’ın önderliğinde yaptığımız gezimizde bizim dışımızda son gezilerimizin vazgeçilmez üyeleri Nagehan ve Masum da yer almakta 🙂
Limni Gölü
Limni Gölü, daha önce benim ve Serdar’ın gittiği bir göl. Hatta sitede daha önce bir yazısını daha yayımlamıştık, okuyabilirsiniz. Trabzon’dan yola çıktığınızda Zigana Tüneli’ne varmadan son 100 metrede yolun solundan tali bir yol ayrılıyor. Bu yol eski Erzurum – Trabzon yolu. Bu yolu dümdüz takip ettikten sonra Zigana’nın meşhur etçisi Zehir Hüseyin’in lokantasının yanındaki yola saparsanız bu yol sizi Limni Gölü’ne çıkaracaktır. Dilerseniz Zehir Hüseyin’de ufak bir mola verip et yiyebilirsiniz ya da bizim yaptığımız gibi sadece manzarayı fotoğraflamakla yetinebilirsiniz.
Evet, Limni Gölü artık karşımızda… Buraya her gelişimde doğasına olan hayranlığım biraz daha artıyor. Göl suni olsa da başka biri söylemese suni olduğunu düşünmeyeceğiniz güzellikte ve doğal duruyor. Bu seferki gidişimizde havanın güneşli olmasının ve sabahın erken saatlerinde gitmemizin avantajını yaşadık. Etrafta kimsecikler yoktu. Arap turist bile görmedik. Giriş için herhangi bir ücret ödemedik. Gölün çevresini doyasıya gezdik. Arap turist bile dememin nedeni son yıllarda bölgemizin Arap turistlerin akınına uğraması. Gölün çevresine yeni yapıldığını tahmin ettiğim apartlar da muhtemelen onlar için yapılmış. Bunun dışında etrafta doğayı korumaya teşvik eden uyarı yazıları mevcut, inşallah insanlar bu kurallara tümüyle riayet ediyordur.
Torul Cam Teras
Limni Gölü’nden ayrıldıktan sonra geldiğimiz yolu geri dönmedik; çünkü aynı yollardan geri dönmek huyumuz değildir 🙂 Amacımız güneye doğru devam ederek Gümüşhane’nin Torul ilçesine varmaktı. Yol yapım çalışmaları nedeniyle farklı yollara sapmak zorunda kalsak da (ki bu yollar öyle güzel manzaralara sahip) sonunda Trabzon – Gümüşhane arasındaki ana yola inebildik. Aslında bu sırada yanlış bir tercih nedeniyle saptığımız bir yol bizi yol kenarındaki bariyerlere çıkardı. Ancak birazcık geriye doğru gelmek kaydıyla kısa zamanda doğru yolu bulabildik 🙂
Torul’a yaklaştığımızda ana yolun kenarında cam terasın tabelasını görüp hemen tali yola saptık, yol yeni asfaltlanmış olduğundan zorlanmadan cam terasın olduğu tepeye çıktık. Girişte öğrencilerden 2 TL, sivillerden de 4 TL ücret alıyorlar. Galoşlarımızı giydikten sonra artık cam terasın üzerindeydik. Daha önce Ulubey Kanyonu’nda cam teras deneyimi yaşamış olmama rağmen biraz korktuğumu ve başımın döndüğünü söylemeden geçemeyeceğim. Bizim ekip canavar gibi 🙂 Rahat rahat cam terasta yürüdü, fotoğraf çekildi. Ben ancak bir süre sonra açılabildim ve aşağıya bakmamak kaydıyla cam teras üzerinde yürüyebildiğimi fark ettim.
Cam terastan aşağıya doğru baktığınızda, dik ve keskin kayalardan oluşan yamaçları görüyorsunuz. Vadinin dibinde ana yol, çevresinde ise evler var. Torul’a gitmişken burayı görmeden ayrılmak olmaz, tavsiye edilir 🙂
Karaca Mağarası
Cam terastan ayrıldıktan sonra tekrar ana yola indik. Ana yolda Gümüşhane’ye doğru ilerlerken Karaca Mağarası tabelasını gördük ve hemen tali yola saptık. Bu yolda devam ettiğimizde Karaca Mağarası’nın giriş kapısına vardık. Ancak yolun üzerindeki tabelalara dikkat edersiniz, mağaraya 1,8 km kala sağa ayrılan yoldan İmera Manastırı‘na da gidilebiliyor. Biz de mağara dönüşünde manastır yoluna dönerek manastırı ziyaret ettik.
Karaca Mağarası’na girişte sivillerden 8 TL, öğrencilerden 3 TL ücret alıyorlar. Bu yıl ilk defa mağara içinde flashsız fotoğraf çekmeye izin verilmiş. Serdar yakın zamanda mağarayı gördüğü için içeriye girmedi; ancak fotoğraf çekmeye artık izin verildiğini öğrendiğinde ufak bir pişmanlık yaşadı.
Mağaranın içi oldukça serin ve içeride soluduğunuz havanın kimyasında farklı minerallerin olduğunu hissedebiliyorsunuz. Sarkıt ve dikitler, mağaranın tavanından damlayan sular, bu suların zeminde oluşturduğu mini havuzlar, ışıklandırmanın da etkisiyle sizlere görsel şölen yaşatıyor.
İmera (Olucak) Manastırı
Karaca Mağarası’ndan ayrıldıktan 1,8 km sonra sola sapan yolu takip ettik. Yolun kenarlarında bulunan gelincik çiçekleri kırmızı rengiyle çok hoş bir görüntü oluşturuyordu. Yine bu bölgede yolculuk ederken pek çok tarihi yapı dikkatimizi çekti. Sonradan öğrendiğimiz bilgilere göre bu yapıların bazıları rahiplere kalacak yer sağlamak için yapılmış, bölge arkeolojik sit alanı olarak kabul edilerek korumaya alınmış.
Olucak köyüne vardığımızda yolun kenarındaki İmera Manastırı tüm ihtişamıyla karşımızdaydı. 1350’li yıllardan beri sapasağlam ayakta durmakta. Harap olmuş, bir bölümü yıkılmış bir manastır beklerken, beklentimizin aksine gayet iyi durumda olduğunu gördük. Aldığımız bilgilere göre yakın zamanda restorasyon çalışmalarına da başlanacakmış.
Manastır ilk bakışta Ani Harabeleri’ni bizlere hatırlatsa da, kıyaslama yapmamak en iyisi. Ancak etrafındaki yeşil otlar ve çiçeklerle daha içeri girmeden bizi etkilediğini ifade etmeliyim. Manastırın içine girdiğimizde ise insanımızın bıraktığı kalıcı izler, yine mi dedirten cinstendi.
Keçi Kalesi
Manastırdan ayrıldıktan sonra Keçi Kalesi‘nin bulunduğu Kale köyüne doğru yol almaya başladık. Ana yoldan kale yoluna saptıktan bir süre sonra tabelalar bize taşlı ve toprak bir yoldan gitmemizi işaret ediyordu. Bu yola arabayla girsek mi girmesek mi diye düşünürken içinde Rizeli ve Ankaralıların olduğu küçük bir gezi ekibiyle karşılaştık. Arabayla yola devam etmemizi, son 300 metreyi yürümemizi tavsiye ettiler. Rizeliler daha çılgınca tavsiyelerden bulunurken, Ankaralılar yol konusunda dikkatli olun önerisinde bulundular.
Arabayla bir süre zıplamalı hoplamalı olarak yol aldıktan sonra kaleye tırmanacağımız alana geldik. Ancak dağın yamaçları o kadar sert ve dik gözüküyordu ki tırmanma konusunda çekincemiz oldu. Ancak bu çekincemiz tahmin edeceğiniz üzere saniyeler sürdü ve hemen tırmanmaya başladık 🙂
Tırmanmak benim açımdan biraz zor oldu. Bunu Masum’un tüm tırmanışı aksiyon kamerasıyla kaydettiği videolara bakınca daha iyi fark ettim. Aşağıya baktığımızda yüzlerce metrelik uçurumun kenarında olduğumuzu görüyorduk. Bir ara pes etmeyi düşünsem de patikada ekibi bekleyeceğim bir alan yoktu. Devam etmeliydik.
Sonunda zor da olsa kaleye tırmanmıştık. Halk arasında “Kokanes” olarak da bilinen kalede yuvarlak kemerler, haberleşme amaçlı gözetleme kulesi ve vadiye inen gizli su yolları, gizli geçitler bulunmakta. Bu gizli olan bölümleri fark edemedik. Bir de adının neden Keçi Kalesi olduğunu öğrenemedik. Düşünceme göre bu kaleye çıksa çıksa keçi çıkar diye böyle bir isim vermişler 🙂 Ancak bizim gibi çılgınların da çıkabileceğini hesaba katmamışlar 🙂
Kelkitte Daha Önce Görmediğimiz Çiçekler
Tomara Şelalesi için Kelkit’ten Şiran’a doğru yola alırken yolun kenarındaki mor çiçekler dikkatimizi çekti. Lavanta bahçesine benziyordu; ama değildi. İlk defa gördüğümüz bu güzelim çiçekleri fotoğraflamadan olmazdı. Hemen arabayı yolun kenarına park ettik. Bu sırada yanımızda bir araç durdu ve bize ne yaptığımızı sordu. Meğer çiçeklerin bulunduğu arsanın sahipleriymiş. İstanbul’da yaşıyorlarmış. Onlar da “Bizim bahçede böyle çiçekler var mıydı?” diyerek durmuşlar, fotoğraf çekmişler, biz yolun kenarında durduğumuzda onlar ayrılıyordu 🙂 Onlar gittikten sonra yolun kenarından bahçeye girdik ve bol bol fotoğraf çekildik 🙂
Çakırköy Kilisesi (Manastırı)
Fotoğraflarımızı çekildikten sonra Şiran’a doğru yol almaya devam ettik; fakat sağanak yağmura tutulduk. Nagehan ve Masum’un şansı yardım etti de kısa süre sonra yağmur durdu 🙂 Son durağımız Tomara Şelalesi olsa da Çakırköy Kilisesi’ni de görmek istiyorduk. Yerini bilmiyorduk. Çakırköy mevkii şelale yolu üzerinde yer aldığı için sorar öğreniriz diye düşündük. Sormamıza gerek kalmadan tabelası karşımıza çıktı. Meğer tam da yolun kenarındaymış. Kayayı oymuşlar ve içine kilise kurmuşlar. İçine girmeden dışardan fotoğraflayıp yola devam ettik.
Tomara Şelalesi
Çakırköy Kilisesi’nden sonra yola devam ederek Tomara Şelalesi‘nin bulunduğu alana vardık. Aslına bakarsanız Tomara Şelalesi, bu gezide en çok merak ettiğim en çok gitmeyi istediğim yerdi ve sabırsızlanıyordum. Arabayı park ettikten sonra şelale sularının oluşturduğu derenin kenarında kısa bir yürüyüş yaparak şelaleye vardık. Artık Tomara Şelalesi bütün muhteşemliğiyle karşımızdaydı 🙂 Kayaların arasından oluk oluk fışkıran suların aşağıya dökülmesiyle oluşan görüntü karşısında hayranlığımızı gizleyemedik. Şelalenin karşısında bulunan cam terastan şelaleyi seyredip fotoğraf çektik. Şelalenin çevresinde bulunan çardaklardan da doyasıya şelaleyi seyrettik. Bu arada şelale suyunun içilebilir olduğunu gösteren tabelalar mevcut. Dilerseniz Tomara Şelalesi’nin leziz suyunun tadına bakabilirsiniz 🙂
Dönüş Yolu
Şelaleden ayrıldıktan sonra Şiran – Torul hattında devam ettik. Zigana Dağı’nda birer sütlaç yedik. Bu sırada anlık sis geçişleri oldu; ama Nagehan ve Masum’un şansı sayesinde hemen dağılıverdi. Sağsalim evlerimize vardık 🙂
Teşekkürler
Gezi ekibine özellikle de Keçi Kalesi gibi keçilerin bile tırmanma konusunda çekince duyacağı bir yere tırmanma cesareti gösterdikleri için teşekkür ederim.
Gezmek Güzel Şey & Hayat Gezince Güzel