Selanik gezisi sonrası Roma’ya doğru ilerliyoruz. Patras’tan Ancona’ya doğru yol alan feribotumuzdayız. Superfast isimli bir şirkete ait feribot. Filmlerde okyanus ötesine geziler yapan havuzlu, sinemalı, alışveriş mağazalı, oyun salonlu yatlar olur ya, onlar gibi aynı.
Çok lüks, yataklı odalarına verecek paramız yok tabii bizim. Güverteden sonra bir iyi seçenek olan uçak koltukları seviyesine ayırtmıştık yerimizi. (İnterrail biletlerine rağmen 61 euro vermiştik bunu da belirteyim tekrar.) Seçimimizden de pişman olmadık çünkü odaya sadece uyumaya gittik. Feribotta girilmedik delik bırakmadık tabiri caizse. 18 saat sürecek bir yolculuk için sizi oyalayacak birçok şey var.
Ancona’ya vardığımızda saat 9-10 civarı ama İtalya’da saatlerin bir saat oynadığını hesap etmemişiz alışkın olmadığımızdan. Yani Roma treni için planladığımızdan 1 saat daha fazla bekleyeceğiz. Eh bunu değerlendirmek lazım diyerek veriyorum kendimi yollara. Oya benimle gezmektense istasyon çevresinde bir yerlerde oturmayı tercih ediyor.
Feribotların karaya yanaştığı limanın hemen yanı başında bir ada şeklinde dizayn edilmiş ve eskiden cüzzamlı hastaların karantina altında tutulduğu Mole Vanvitelliana var. Bu geziyi yaptığım zamanlarda bir gezgin kafasında olmadığım için elimdeki görseller oldukça sınırlı sayıda.
Devamına da bir Guiseppe Garibaldi Bulvarı yapıyorum ama nafile. Oya’ya gelmediği için kızamıyorum. Ben de biraz market alışverişi yapıp istasyona dönüyorum ve treni beklemeye başlıyoruz. İtalya’da farklı tiplerde trenler var. Biz yani interrailcılar genelde intercity ve regionale tip trenlere ücretsiz binebiliyoruz. Bu trenlerde koltuk numarası diye bir şey yok. Otobüs gibi bin git. Bizdeki Sakarya-İstanbul treninin biraz daha kaliteli hizmet vereni gibi düşünün. Tek yapmanız gereken interrail biletinize o günün tarihini işlemek. Geçip istediğiniz yere oturun. Hızlı trenle girmek isterseniz bu durumda ek olarak bir ücret ödemeniz gerekiyor ancak çok gözünüzü korkutacak bir meblağ değil merak etmeyin. Neyse çok uzattım, saatimiz geliyor ve Roma’ya doğru yolculuğumuz başlıyor.
Roma Tren İstasyonu’na vardığımızda hava kararıyor. Hızlı ve rahatça gezebilmek için önce hostelimize uğrayıp yüklerimizden kurtuluyoruz. Kaldığımız hostelin ismini hatırlayamayacağım ama tren istasyonunun arka sokaklarında hosteller caddesi gibi bir yer var. Orada birçok seçenek mevcut. Hepsi de gezilecek yerlere yürüme mesafesinde.
Önceliğimiz tabii ki karnımızı doyurmak. O dönemler foursquare vs bizim için yalan olduğundan sokakları gezerken gözümüze çarpan ilk yere oturup yemeye cesaret edebileceğimiz tek seçenek olan pizza margarita sipariş ediyoruz. Salçalı, fesleğenli, mozarellalı yufkamız önümüze geliyor. Böyle dediğime bakmayın tadı tabii ki çok güzel. Ama bizim alışkın olduğumuz kalın hamurlu pizzalardan beklemeyin. Adamlar zevk için pizza yapıyorlar, biz doymak için. Bu arada özelliği İtalya’nın renklerini taşımasıymış. Dönemin kraliçesi Margherita hanım için özel yapılmış. Margheritam çok yaşa!
Dolu mideyle hesaplamalara başlayıp Roma’yı hızlıca ikiye ayırıyoruz. Gece de görülmesi gereken yerleri belirleyip hızlıca onlara doğru yol alıyoruz. Başlamadan önce gece görsellerinin kalitesizliği için üzgün olduğumu belirtmek isterim. O zamanlar tecrübesizlik ve olanakların yetersizliğiyle bu kadar olabildi.
İlk durağımız Cumhuriyet Meydanı, Naiadlar Çeşmesi ve meydana bakan Santa Maria Angeli Kilisesi.
Muhteşem ışıklandırılmış binalarla çevrili yarım daire şeklinde ve 3 ucundan en önemli bulvarlarına bağlanan güzel bir meydan. Ortasında da bir Roma klasiği heykelli, fıskiyeli çeşmelerden, Naiadlar Çeşmesi. Yunan mitolojisinde akarsu kaynağı olan perilerden alıyor adını. Etrafı şaşırmayacağınız üzere turist dolu.
1500lerden kalma bir bazilika olan Santa Maria Angeli de sıra dışı dış mimarisi ve görkemli iç dizaynıyla kısıtlı zamanı olmayanlar için Roma’da görülmesi gereken yerlerden.
Sırada iki Roma klasiği bekliyor bizi. İspanyol Merdivenleri ve Aşk Çeşmesi. Kendimizi atıyoruz Ulusal Bulvar‘a ve sokak isimlerine baka baka, bir yandan en sıradan sokaklarının bile muhteşemliğine hayran ola ola adımlıyoruz Roma’yı.
Sistina Caddesi‘nin sonunda bir kiliseyle baş başa buluyoruz kendimizi ve yeni durağımıza vardığımızı anlıyoruz. Trinita dei Monti Kilisesi‘ndeyiz. Ne alaka demeyin. İspanyol Meydanı’na açılan İspanyol Merdivenleri’nin başında bu görkemli kilise yükseliyor. İspanyol Merdivenleri’ne kadar gelmişken bu kiliseyi es geçmek olmaz. İçine girilemiyor ama yine de değer.
Biz tabii ki kiliseyle çok oyalanmayıp (daha yolumuz uzun gece turu için) merdivenleri inmeye başlıyoruz. Karşımızda cıvıl cıvıl bir meydan bizi bekliyor.Rönesans döneminin sonlarına doğru Fransızlar tarafından inşa edilen bu bina arkasında yer alan katolik manastırına ek olarak yapılmış. Hala özel ayin günlerinde açılmakta.
Geçen her dakika burada biraz soluklanma kararımızın doğruluğuna daha da emin oluyoruz. Ara ara müzik aletleri çalınıyor. İnsanlar merdivenlere yayılmış anın tadını çıkarıyor.
Zamanında tepedeki kiliseye arkadan dolanmak çok zor olduğundan dönemin kralı adına meydandan kiliseye geçişi kolaylaştırmak adına tasarlanmış bu merdivenler ve günümüzde de şehrin önemli simgelerinden biri haline gelmiş. Hem yerlilerinin hem de turistlerin zaman geçirmekten hoşlandıkları bir meydan. En önemli alışveriş caddelerinden biri bu meydandan başlıyor.
Hemen bu meydanın ortasında kayık şeklinde tasarlanmış klasik Roma çeşmelerinden var. Eski Gemi Çeşmesi. Roma’daki çeşmelerin hepsinden su içilebildiği aklınızda olsun.
Şu bahsini geçirdiğimiz meşhur alışveriş caddesine, Condotti’ye dalıyoruz. Corso caddesiyle kısa yolculuğumuzu tamamlayıp Aşk Çeşmesi’ne varıyoruz. Biraz hayal kırıklığı oluyor başta. Çünkü görkemli her tarihi eserine geniş geniş yer bırakan Romalılar bu güzel çeşmeyi binaların arasına sıkıştırıvermişler. Görkeminden bir şey kaybetmemiş tabii ki ama güzel bir meydana açıldığını düşünsenize bu güzelliğin.
Her ne kadar tadına doyum olmasa da bu güzel meydanı ve merdivenlerini geride bırakma vaktimiz geliyor. Çünkü Aşk Çeşmesi bizi bekliyor.
Bu güzel çeşmeyi sadece izlemeyip içine dileğinizle birlikte bozuk paranızı da atarsanız dileğiniz kabul olurmuş ve Roma’ya tekrar gelirmişsiniz. Dilek falan bahane ama sırf tekrar gelebilmek için bahane olması adına bozuk paralarımızı çeşme havuzuna aktarıyoruz. Belediye tarafından bu havuzdan toplanan paralar yardım kuruluşlarına aktarılıyor. Herhangi bir dileğiniz yoksa bile bu bilgi kenarda bulunsun.
Corso caddesine dönüp kalan kısmını da tamamlayıp Venedik Meydanı‘na doğru ilerliyoruz. Burası da önemli meydanlardan biri.
Yine dönemin krallarından birini onurlandırmak için yapılmış muhteşem bir eser daha. 2. Vittorio Emanuele Abidesi. Altare della Patria (Ulusun Mihrabı) olarak da isimlendirilen bu güzel bina görkemli merdivenleri ve heykelleriyle misafirlerini selamlıyor. Özellikle görmeye gelmenize gerek yok. Şehrin merkezinde olduğu için her türlü göreceksiniz.
Roma eserlerini ışıklandırma konusunda da muhteşem bir iş çıkardığı için her eserini hem gündüz hem de gece görmek gerek kesinlikle. Roma tam bir ışıklar şehri. O tarihi dokusunu o kadar güzel ışıklandırmış ki kendinizi bir tabloyu seyredermiş gibi hissediyorsunuz. O tablomsu şıklığı benim yazıdaki görsellerde bulamayacaksınız tabii boşuna aranmayın. Elden bu kadar geldi.
Saat epey ilerliyor. Ertesi gün erken kalkacağız ve önceki 3 geceyi otobüs, tren, feribot gibi araçlarda geçirdiğimizi düşünürsek sağlam bir uykuya ihtiyacımız var. Bu görkemli binanın hemen arkasından Roma Forumu‘nun başlıyor olduğunu ve onun devamında da Kolezyum‘u göreceğimizi bilmek bu dönüşü oldukça zorlaştırıyor ama yarın tüm gün Roma’yı fethedeceğimizden şöyle ucundan bakarak hostelimize kaçıveriyoruz.
Roma’da yeni bir güne günaydın diyoruz.Yolumuz uzun, karnımız aç. Hızlıca bir şeyler atıştırsak da devamına evde olsa yüzüne bakmayacağımız meyve tabaklarıyla takviye yapmak iyi bir fikir gibi geliyor. Meyveleri midemize indirip tok karınla yolumuza devam ediyoruz.
Kolezyum’la başlayacağız güne. Ama tabii ki yol üstündeki yerleri şöyle bir bakmadan geçmek hoş olmaz. Azize Maria Maggiore Bazilikası yol üstünde bizi bekliyor. Aşağıdaki fotoğraf Esquilino Meydanına bakan cephesindeki Paolina Şapelinden. Roma’da bir Vatikan’da olmak üzere üç tane aynı isimli şapel mevcut. İsim tanıdık gelip görsel gelmediyse şaşırmayın.
Sonunda beklediğimiz an: Kolezyum. Keşke gece de görebilseydik. Roma’nın diğer bir simgesi. Zamanında birbiriyle savaşarak zenginleri coşturan gladyatörler şimdi aynı işi onlarla fotoğraf çektirerek yapıyor. Bizim tabii ki ona ayıracak vaktimiz yok, vaktimiz olsa isteğimiz yok. Zaten saatlerce sürecek gibi görünen bir sıra insanları nasıl caydırmıyor insan hayret ediyor. Yine de hakkını vermek lazım içini görmek için sıra beklenmeye değecek nadir yerlerden biri bence.
Daha önce de demiştim Venedik Meydanı ile birlikte Roma Forumu başlıyor ve sonunda da Kolezyum var. Şimdi de arkasından yani Roma Forumunun uzun çevresinden dolanarak tekrar Venedik Meydanı taraflarına dönüyoruz.
Forum çevresini antik kalıntıları seyrede seyrede dönüyoruz. Oldukça büyük bir alan. Eskinden Roma’nın merkeziymiş burası. Ticaret, ibadet, kadın pazarı, iş hayatı için olmazsa olmaz yerlerdenmiş.Alanda birçok tapınak ve bazilika kalıntısıyla karşılaşmak mümkün. Kalıntıları seyrederek yürürken yeni durağımıza varıyoruz.
Yolun sonunda Campidoglio yani Kapitol Tepesi karşılıyor bizi. Yedi Tepe Roma’nın en yüksek tepesi. Kapitol Meydanı’nı saraylar çevreliyor.. Meydanı ise havuzlu heykeller süslüyor.
Panteon’a doğru yol alırken karşımıza Roma kalıntıları çıkmaya devam ediyor. Bu alanın adı ise Largo di Torre Argentina.
Sıra Panteon‘da. Kendileri tüm Tanrıların tapınağı olur. En iyi korunmuş Roma yapılarındandır. Kubbesi çok büyük olup tamamen betondan yapılmış. En tepesinde bir açıklık bırakılmış ama hiçbir şekilde buradan yağmur giremiyormuş.
Sırada Navona Meydanı var. Burada pazarlar kurulurmuş eskiden. Çevresi birbirinden görkemli binalarla sarılı. Meydanda fotoğraf sergileri, müzisyenler misafirlerini şenlendiriyor.
Yavaş yavaş Tiber Nehri’ne yaklaşıyoruz. En güzel şehirler ortasından nehir geçen şehirlerdir derler. Tokat’ı ikiye bölen Yeşilırmak ara ara kafamı karıştırsa da Roma’nın güzelliğinden dolayı inkar edemeyeceğim.
Nehrin karşısına geçme vaktimiz geldi. Vatikan yolcusu kalmasın. Nehrin iki yakası da birçok köprüyle bir araya getirilmiş. Biz en çok işimize gelenden geçiyoruz. Sant Angelo Kalesi‘ne çıkandan.
Nehir de muhteşem görünüyor. Dönüşte nehir yanındaki patikadan dönmeyi aklımızın köşesine not ediyoruz. Nerede kalmıştık, kalede. Cem Sultan’ın bir müddet esir tutulduğu Sant Angelo Kalesi. Zamanında birçok davanın bakıldığı, nice idamların gerçekleştirildiği bir kale. Bu kaleden Vatikan’a gizli bir geçit varmış.
Biz o geçidi kullanmadan uzun yolu tercih ederek Vatikan’a doğru yol alıyoruz.
Papa o sabah 10’da halka vaaz vermiş. Biz biraz da isteyerek kaçırdık. Programımızı çok esnetmek istemedik.
San Pietro Meydanı’na doğru yürümeye devam. Vatikan Binası karşımızda her adımda büyüyor. Burası İtalya’dan bağımsız özerk bir devlet. Katolik mezhebinin merkezi. Meşhur Papa’yı da dinleseymişiz fena olmazmış da bir dahaki sefere artık.
San Pietro Meydanı da Roma gibi heykellerden, dikitlerden nasibini almış.
Vatikan ile birlikte Roma’yı bitirdik ama şuan bu yazıyı hazırlarken gezmediğimiz bir arka sokağından geçip kaçırdığımız öyle yerler görüyorum ki üzülmemek elde değil. Roma’nın hakkını 1,5 günde vermek zor gerçekten. 3 gün ayırmak gerek. Bir bu kadar daha hatta daha fazlası görülmeyi bekliyor. Her sokağı bir tarihi eser ola şehirden başka ne beklersiniz ki!
Gündüz gözüyle başladığımız yere geri dönüyor ve Roma’yı sonlandırıyoruz. İspanyol merdivenleri ve Aşk çeşmesi.