Balkanlar’da ilk günümüz..Aracımızı Üsküp’ten kiralamış ve ilk gezimizi Bitola’da tamamlamıştık. Yeni rotamız ise Makedonya’nın incisi Ohrid idi. Ancak önceliğimiz Ohrid’in güneyi oldu.
Yağmur damlaları aracın ön camını ıslatırken biz de St. Naum’a doğru yol aldık. Yollar virajlı ve olabildiğince sakin…Karşımızdan araç bile gelmiyordu. İşin aslı sonradan ortaya çıktı. Biz Ohrid ve Prespa Gölleri arasında bulunan Galicica Milli Parkı‘nın içinden geçiyorduk 🙂
Zamandan kazanmak amacıyla kullandığımız bu yol, bize bir sürü manzara fotoğrafı olarak geri döndü. Ama yol bitene kadar tırsmadım değil. Sadece bir araçla karşılaştığımız yolda başımıza bir şey gelseydi ne yapardık onu düşünmek istemiyorum 🙂 Neyse ki, korkulan olmadı ve ana yola ulaşabildik.
St. Naum’a ulaşmadan önce yolumuzun yaklaşık 700 metre dışında, ağaçlar içinde saklanmış St. Athanasius Kilisesi‘ni gördük. Kapalı olan bu kilise sonrası Arnavutluk sınırındaki St. Naum bölgesine ulaştık.
Aracımızı girişte park ettikten sonra (Park ücretli – tam hatırlamıyorum cüzi bir miktardı), bu şirin bölgede gezimize başladık. Burası için biraz bilgi vermek gerekirse, St. Naum ve St. Clement; Kiril alfabesini bulan St. Kiril ve St. Metodius’un öğrencileriymiş. St. Clement Ohrid’de kalırken; St. Naum, Ohrid’e 30 kilometre uzaklıktaki bu bölgeye gelmiş ve öğretisini burada yapmaya devam etmiş.
St. Naum Manastırı’na doğru yürüdüğünüzde sağınızda Ohrid Gölü, solunuzda Srno Drim Gölü kalıyor. Bu gölde teknelerle gezintiye çıkmak ve gölün sonlarına doğru Kara Drim’in kaynağını görmek mümkün. Biz zamanımız az olduğu için yapmadık,ancak yapanların büyük bir keyif aldığını eklemeliyim.
Tekne turu yapmayacaksanız gölün yanında uzuuun bir yol var, burada doğa yürüyüşü yapabilirsiniz. Biz biraz bu yolda yürüyüp manastıra doğru yol aldık.
Manastırın Ohrid gölü manzarası görülmeye değer. Dikkatinizi çekecek bir diğer nokta ise etrafta bolca görebileceğiniz tavus kuşları. Sakin yapılı olduklarına bakmayın, saldırgan bir tavır sergileyebilirler 🙂
Artık manastırdan ayrılıp Ohrid’e doğru yola koyulma vakti..Yol üstünde Museum on Water – Bay of Bones Museum denilen bir “Su Müzesi” mevcut. Biz gittiğimizde kapalıydı. Göl kenarında bambu ve ahşaptan inşa edilen bu müzenin giriş saatleri 9:00-16:15 olup ücreti ise 2 Euro. Ohrid’de fazla zamanı olanlar için bir alternatif olabilir.
Nihayet Ohrid‘deyiz. Makedonya’nın sekizinci büyük kenti olan Ohrid, adeta ülkenin turizm yükünü çekmekte. UNESCO’nun 1979 yılında Ohrid Gölü’nü, bir yıl sonra da kenti UNESCO Dünya Miraslar Listesi’ne eklemesi bunun en büyük kanıtı belki de.
Ohrid küçük, şirin, sakin bir şehir. Gezilecek çok bir yeri de yok. Biz de kendimizi şehrin sokaklarına attık. Zaten yağmur yağdığından dolayı şehri dolaşan birkaç Türk’ten başkası yoktu 🙂 İlk karşımıza çıkan El Yapımı Kağıt Atölyesi oldu. İlgilenenler için 15. yüzyılda kağıtların nasıl yapıldığı anlatılıyormuş.
Kağıt Atölyesi’ni biraz ilerledikten sonra karşımıza Saint Sophia Kilisesi çıktı. Yeri gelmişken söyleyeyim Ohrid’de 365 tane kilise bulunuyormuş. Her gün için 1 kilise. Bu kadar küçük şehirde o kadar kiliseyi nereye koymuşlar acaba 🙂
Biraz Ohrid sokaklarında dolaştıktan sonra kaleye doğru yöneldik. Kaleye gitmeden önce kale yakınlarındakiAntik Tiyatro‘yu ziyaret ettik. Roma döneminden kalmış olan bu antik tiyatro günümüzde de aktif olarak kullanılıyor.
Tiyatro çıkışı kısa bir yürüyüşle kaleye ulaştık. 10. yüzyılda Birinci Bulgar İmparatorluğu döneminde yapılan kalenin sadece surları ayakta kalmış. İçinde gezilecek bir şey yok. Fakat Ohrid manzarası görülmeye değer. Giriş ücretli: 30 dinar (yaklaşık 1.5 TL)
Kalenin yanından göle doğru indiğimizde Bazilika ve onun arkasında ihtişamlı Saint Pantelejmon bizi karşıladı. Aslında buranın girişi ücretli fakat görevli amcamız bizden para almadı 🙂
Dünyada en eski Slav manastırı olan Saint Pantelejmon, Ohrid gezimizde beni en çok etkileyen yapı oldu. Hemen yanında Sinan Çelebi Türbesi bulunmakta.
Ve geldik gezimizin son noktasına…Göl kenarına kurulmuş Sveti Jovan Kaneo Kilisesi‘nin yapım tarihi tam olarak bilinmese de 1447 yılına ait işaretlerin varlığı inşasının daha eskiye dayandığını gösteriyor. Manzarasının büyüleyici olduğu bu kilisenin bir diğer özelliği ise Oscar ödüllü Before the Rain filminin bazı sahnelerinin burada çekilmesi. Ben filmi izlemedim fakat fragmanında dahi bu kiliseyi görebilirsiniz 🙂
Gezimizi tamamlamıştık ama karnımızı doyurmayı unutmuştuk 🙂 Kendimizi alışveriş mağazalarının ve restoranların bulunduğu St. Klement Ohrid Caddesi’ne attık. Bu caddede mağaza ve restoranların dışında Halveti Hayati Tekkesi, Ali Paşa Cami ve Çınar Ağacı‘nı görmek mümkün. Ve çok geçmeden Ohrid Köftecisi adlı Türk restoranını bulduk.
Böyle bir mutluluk olamaz 🙂 10 tane küçük parmak köfte, yanında yoğurt. Ülkemizden uzakta böyle bir tat. Balkanlarda yediğimiz 3 Cevabi Köfte’den ilki. Açlıktan mıdır bilinmez gerçekten çok lezzetliydi. Bu lezzete 2 kişi ödediğimiz ücret 530 dinar (Yaklaşık 28 TL).
Son olarak konakladığımız yeri de söyleyerek Ohrid yazıma son vereyim. Bir gün konakladığımız yer Hostel Valentine oldu. Şehrin biraz dışında, ilk günümüzün verdiği acemilikle bulmakta zorlandık. Hostele vardığımızda bizi Valentine karşıladı. Oldukça samimi ve sevecen biriydi. Odanın görünüşü eski olsa da rahatı ve temizliği idare ederdi. Ücreti ise 8 Euro idi.
Ohrid’de normalde 1 gün daha kalacaktık, fakat plan değişikliği ile Arnavutluk’a geçiş yaptık. Bir sonraki yazım Arnavutluk’un başkent haricindeki illeri hakkında olacak…
Gezmek Güzel Şey & Hayat Gezince Güzel