Budva, Karadağ’ın Adriyatik Denizi’ne kıyısı olan tarih ve tatil şehri. Gece hayatının da hareketli olması ile yeni “Miami , İbiza” olma yolunda emin adımlarla ilerlemekte. Bahsettiğim yerlere oranla çok daha ekonomik olması ile Avrupalıların yeni gözdesi.

On iki gün süren Balkanlar gezimizin deniz – kum- güneş kısmını oluşturuyordu Budva. Gezdiğimiz ve gezeceğimiz yerleri düşünecek olursak en uygun yer burası gözüküyordu. Planlamamızı da bunun üzerine kurmuştuk. Ama hesaba katmadığımız bir şey vardı: Hava durumu 🙂

Akşam saatlerinde vardığımız Budva’da ilk işimiz old town (eski şehir) bölgesini turlamak oldu. Kale surları içindeki dar sokaklarda eski şehri (stari grad) adımlamak Budva adına yapılacak en güzel şey bence.

Sabahın ilk ışıkları ile gökyüzü bize deniz planımızın suya düştüğünü haber veriyordu. Bu duruma pek de üzülmeyen yol arkadaşım Özgün ile Budva’nın doğusundan başlayarak şehri gezmeye başladık. İlk durağımız şehrin en popüler noktası Stevi Stefan Adası. Günümüzde bir otel grubunun işlettiği ve 30 yıllığına kiraladığı bu ada güzel bir atmosfere sahip. Ancak adaya giriş oldukça sıkıntılı. Giriş için adadaki otelde konaklamak ya da restoranlardan birinde rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Bir de adanın sağındaki plaj otel müşterileri için ayrılmışken solundaki plaj halka açık.

Doğuya doğru yol almışken Budva’ya bağlı bir kasaba olan Petrovac‘ı da görelim istedik. 600 metrelik uzun plajı ile turistik bir kasaba olan Petrovac, havanın kötü olması sebebiyle bizim için bir şey ifade etmedi. Bu yüzden yakınlarında bulunan Rezevici Manastırı‘nı ziyaret ettik.

Budva bölgesinde birçok manastır bulunmakta. Bunlardan birisi olan Rezevici Manastırı, Orta Çağ’dan kalma bir Sırp Ortodoks manastırı. Petrovac’a oldukça yakın konumda bulunan bu manastır hakkında birçok efsane mevcut. Efsanelerden biri, manastır çevresinde susuz kalanlar için bir şarap gemisinin hazır tutulması imiş 🙂
Bir başka manastır Rostuvo‘nun kapalı olmasından dolayı tekrar old town bölgesine döndük. Surlarla çevrili tarihi sokaklardaki gezintimizin ardından Citadel (Hisar)‘e giriş yaptık. Burası 2.5 Euro ile ücretlendirilmiş. Kısmen eski şehir manzarasını yüksekten yakalayabileceğiniz bir konumda.

Hisarın hemen yanındaki plajın bitiminde balerin heykeli bulunmakta. Resmi olmasa da şehrin simgelerinden bir tanesi. Hakkında manastır gibi birçok efsane var. Bunlardan bir tanesinde ünlü bir Karadağlı dansçı adına bir anıt olduğu ve onun buradaki kayalıklarda öldüğünden, bir başkasında ise iki gencin aşk hikayelerinden bahsediyor. Biz gittiğimizde heykelin bulunduğu yere geçiş kapatılmıştı. Geçişin bulunduğu yürüyüş yolu Mogren Plajı‘na açılmakta. Plajın devamında ise insanların yüzmek için gittikleri kayalıklar yer alıyor.

Hazır konusu açılmışken Budva’nın plajlarından da bahsetmek gerekiyor. Şehirde ücretli olan olmayan birçok plaj mevcut. Bunlardan bazıları Becici, Kamenovo, Queen’s, Mogren gibi ünlü plajlar. Hava durumu muhalefetinden dolayı giremediğimizden yorum yapamıyorum. Gerçi hava güzel olsa da ücretsiz bir plaja giderdik 🙂 Ayrıca çoğunluğa uyarak ben de uyarayım; Budva tatil zamanlarında çok kalabalık olabilir, tercihi Ulcinj’den yana kullanmak bana daha mantıklı bir seçenek geliyor.

Sonuç olarak gece hayatınız yoksa ve yaz mevsiminde gelmediyseniz, Budva kültürel anlamda çok gezilesi bir yer değil bence. Yarım gün şehir içerisinde dolaşılıp, sonrasında Karadağ’ın diğer güzellikleri keşfedilmeli diye düşünüyorum.
Kara bulutlar eşliğinde gezdiğimiz Budva sonrası yönümüzü Kotor‘a çevirdik.
Son söz: Budva’da konakladığımız Sobe Nedovic ‘te tanıştığımız Yusuf arkadaşımız sayesinde Azerbaycan gezimizde çok rahat etmiştik. Onu da bu yazı vesilesiyle anıyorum 🙂
Gezmek Güzel Şey & Hayat Gezince Güzel