Hep hayalimdi Nemrut Dağı’na çıkabilmek…Komagene Krallığı‘na ait dev heykeller eşliğinde güneşi batırıp, gün doğumuna tanık olabilmek…Bu hayalime kavuşmak için fırsatları ne kadar kollasam da kısmet Temmuz 2017’ye imiş…
Lise arkadaşlarımla Trabzon’dan başladığımız ve ilk günü Malatya’da geçirdiğimiz macerada; ikinci güne Sivas Gökpınar Gölü ile başladık. Gölün ardından Darende’de biraz vakit geçirdikten sonra Adıyaman’a yöneldik. Vaktimiz kısıtlıydı. Adıyaman’ı pas geçerek gün batımına yetişebilmek adına Nemrut Dağı‘nı hedef aldık. Gün batımına yaklaşık 40 dakika kala araçların park edildiği alanda idik. Ancak manzarayı izleyeceğimiz bölgeye yaklaşık 2 kilometre daha vardı. Bu mesafenin 500 metre kadarı da merdiven tırmanma şeklindeydi. Bu yol için iki seçeneğimiz vardı: Ya yolu yürüyecektik ya da servise binecektik. Cimriliğimiz tutmuş olacak ki yolu yürüyen yabancı turistlerin arasına katıldık 🙂 O kadar yürüdükten sonra bir de merdiven çıkmak…Allah’ım ne zor bir tırmanış! Ama zirvede uzun zamandır merak ettiğim o görüntü…
Açıkça konuşmak gerekirse büyüleyici bir gün batımı dersem kendi adıma yalan söylemiş olurum. Çok daha güzel manzaralara (gün batımlarına) tanık olmuşumdur. Burayı asıl özel kılan, 2150 metre yükseklikteki zirvede bulunan Komagene Krallığı’na ait dev heykeller. Kral I. Antiochos tarafından yaptırılan, beş tanrıya ait 9 tona kadar ulaşabilen heykeller gerçekten ilgi çekici. Zamanında yolu olmayan dağa bu heykeller nasıl konulmuş ya da yapılmış, o da hayret verici doğrusu…
Yeri gelmişken hatırlatmakta fayda var; dağa 2 şekilde ulaşılabiliyor. Birincisi bizim de kullandığımız rota olan Kahta yolu üzerinden, ikincisi ise Malatya – Pütürge yolundan ayrılan yol ayrımı ile. İkinci yolu tercih ederseniz dağ zirvesine daha yakın konuma kadar ulaşabiliyorsunuz fakat iki yol birleşmiyor. Haberlerde okuduğum kadarıyla bu yolların birleştirilmesi üzerinde çalışılıyormuş.
Gün batımını izledikten sonra yürüyerek tesislerin olduğu bölgeye geri döndük. Dağdan geri dönmüştük dönmesine de, ne karnımızı doyurmuştuk, ne de kalacak bir yerimiz vardı. Daha önce görüştüğümüz Kahta Öğretmenevi gün doğmadan dağa çıkacağımız göz önüne alınınca uzak kalıyordu. Bize daha yakın ve yemeği olan bir yer lazımdı. Araçların park ettiği yerde konuştuğumuz güvenlik görevlisi, hemen yan taraftaki tesislerde konaklayabileceğimizi ve yemek yiyebileceğimizi söylemişti. Biz de bu seçeneği değerlendirmek adına tesise girdik. Kişi başı 50 TL ye kalacağımız yeri gördüğümüzde ise şok olmuştuk. Çalışanların kaldığı ranzalı bir oda, cam duvar, 50 metre uzaklıkta bir tuvalet… Şaka gibiydi. Hemen konaklayabileceğimiz bir pansiyon arayışlarına başladık. Çok geçmedi ki Karadut Pansiyon ile 40 TL ye anlaştık. Anlaşmaya kahvaltı da dahildi fakat biz sabah olmadan pansiyondan ayrılacağımız için kahvaltı yerine akşam yemeği verip veremeyeceklerini sorduk. Kabul görünce dağ yolu üzerinde bulunan bu pansiyona yöneldik. İki kişilik odalarımız hiç de fena değildi. Ancak bizi asıl mutlu eden akşam yemeği oldu. Güzel bir mercimek çorbası sonrası gelen Adıyaman tava aç kalan bizlere ilaç gibiydi. Yemek + konaklamaya 40 TL verecek olmamız ise bizi ayrıca memnun etmişti (Normal fiyat 50 TL imiş ancak telefonda görüştüğümüz abi İstanbul’dan bu fiyatı vermiş sağ olsun 😊 ).
Saat 03:30 civarı duyduğumuz araba sesleri artık yola koyulmamız gerektiğinin işaretiydi. Dağa hareket eden ilk servisin 4 te olduğunu da düşününce bu saat gayet idealdi. Otelden emanet aldığımız 2 battaniye ile yola koyulduk. Park alanında bekleyen servise 3 TL vererek dağın yamacına kadar geldik. Yine bir sürü merdiven bizi bekliyordu. Ve bu sefer kocaman battaniye de elimizde 😊 Nefes nefese çıktığımız zirvede hava oldukça rüzgarlıydı. Zaten bu beklenen durumdu ve herkes gibi battaniye önlemi almıştık. Ama beklemediğimiz bir şey vardı: Hain (!) arkadaş varlığı 😀 Dört kişi için getirdiğimiz 2 battaniyenin birini alan Samet, tek başına bir battaniyeyi alıp uzaklaşınca Ahmet ve ben battaniyesiz kaldık. Emin daha önce alandan biraz uzaklaşınca diğer battaniye de onda kalmış oldu. Ne kadar Samet’i uyarıp, battaniyeyi geri getirmesini işaret etsek de (telefon çekmiyordu), şaka yaptığını zanneden Samet bizi gün doğumu boyunca donmaya mahkum etti 🙂
Titremeler eşliğinde izlediğimiz gün doğumu sonrası dağ çevresindeki antik yerleri gezelim istedik. İlk uğrak noktamız Arsemia Ören Yeri oldu. Pek bir beklentimizin olmadığı alanda ayakta kalabilen 2 tünel ve bir heykel bulunuyor. Komagene Krallığı’nın yazlık olarak kullandığı Arsemia’da bulunan heykelde Kral I. Antiochos ile Herkül’ün tokalaşması simgelenmiş. Bu kabartmanın hemen yanında ise ucu gözükmeyen bir tünel, tünelin üstünde de yazıtlar bulunuyor. Ören yerine giriş ücretsiz, zaten terk edilmiş gibi duruyor 🙂
Nemrut Dağı Milli Parkı’ndaki tarihi gezimize Arsemia’nın karşısında kalan eski Kahta Kalesi ile devam ettik. Kimilerinin Yeni Adıyaman Kalesi diye söz ettiği yapı, oldukça güzel korunmuş. İçinde sarnıç, zindan, ibadet yerleri ve su yollarının bulunduğu kale biz gittiğimiz dönemde restorasyon nedeniyle kapalıydı. Bu duruma üzülsek de daha üzücü olan restorasyonun yıllardır sürüyor olmasıydı. Böyle güzel bir kalenin bir an önce turizme kazandırılması gerektiğini düşünüyorum. Bu arada kaleye gelmeden hemen önceki tali yoldan girerek kalenin alt bölümündeki zindanları görebilirmişsiniz (Biz görmedik 🙂 ).
Kale sonrası geldiğimiz yer, 1900 yıldır ayakta duran Cendere Köprüsü. Dünyanın hâlen kullanılmakta olan en eski köprülerinden biri olarak anılan tarihi köprü, Cendere Çayı üzerinde bulunuyor. Roma imparatoru Septimius Severus tarafından karısı ve oğulları adına yaptırılmış olan köprü, 1997 yılına kadar araç trafiğine açıkmış. Günümüzde ise sadece yaya trafiğine izin veriliyor.
Nemrut turundaki son ziyaret yerimiz olan Karakuş Tümülüsü, Komagene Krallığı’na ait bir anıt mezar. Kartal heykelinden dolayı “Karakuş” adını alan anıt mezar aslında bölgenin tek heykeli değil. Doğudaki sütunlarda boğa ve aslan heykelleri de bulunmakta. Ancak bu heykellerden geriye maalesef bir şey kalmamış. Kartal heykeli de fotoğraflardaki gibi ilgi çekici gelmedi bana…
Günün ilk saatlerinde başlayan turumuzda Nemrut Dağı ve çevresini gezmemiz yaklaşık 4 saatimizi almıştı. Haliyle oldukça da acıkmıştık. Güzel bir kahvaltıyı hak ettiğimizi düşünerek Kahta’daki Kahvaltı Sofrası‘na gittik. Güzel bir sofraya 65 TL ödeyerek Kahta’ya veda ettik.
Arkadaşlarım artık Adıyaman’a doğru yol alacağımızı düşünürken benim aklımda bir yer daha vardı: Menzil Köyü. Daha önce birçok kez duyduğum köy, aslında bir cemaatin merkez bölgesi. Burayı bu kadar özel kılanın ne olduğunu anlamak adına köye gittik. Daha köye girer girmez bizi elinde tesbih, başında takkesiyle arabaları yönlendiren bir kişi karşıladı. Çevremizde bir sürü araç bulunuyordu. Arabamızı park edip cami kısmına doğru ilerlediğimizde ise şaşkınlığımı gizleyemedim. Çünkü özel bir gün ya da namaz vakti olmamasına rağmen hatrı sayılır bir kalabalık vardı. Ayrıca yürürken gördüğümüz neredeyse her esnafın mağaza ismi “Hizmet” ile başlıyordu. “Hizmet Market”, “Hizmet Kasap”, “Hizmet Kırtasiye”…Örnekleri çoğaltabilirim 🙂 Hayretler içinde yöneldiğimiz cami ise oldukça güzel dizayn edilmiş ve gayet serin bir camiydi. Caminin yakınlarında ise bir de türbelerin bulunduğu bir yapı bulunmakta.
Güneş tam tepedeyken ayrıldığımız Menzil Köyü’nden Adıyaman’a doğru hareket ettik. Adıyaman merkezinde gezeceğimiz pek bir yer olmadığından Perre Antik Kenti‘ne yöneldik. Giriş ücreti 5 TL olsa da biz görevli göremedik 🙂 Şehrin 5 kilometre uzağındaki antik kent, Komagene Krallığı’nın beş büyük kentinden birisiymiş. Kavurucu sıcak altında gezdiğimiz tarihi bölgede 208 kaya mezarı bulunmakta.
Adıyaman merkezine geldiğimizde ise hayal kırıklığına uğradık. Pazar gününden midir bilinmez; etrafta ne doğru düzgün insan vardı, ne de açık mağazalar. Çarşı diye girdiğimiz yerlerde de birçok mağazanın kapalı olduğunu gördük. Bir gün önce bulunduğumuz Malatya ile kıyasladığımızda arada büyük bir fark olduğu kesin.
Hayal kırıklığı gezmemize engel değildi tabii ki…Haritada Adıyaman Kalesi şeklinde işaretli noktaya yöneldik. Merdivenlerden çıktığımız düzlükte ise kale yerine çay bahçeleriyle karşılaştık. Kalenin sadece ismi var, kendisi yok 🙂 Biz de bu durumu soluklanmak adına güzel bir fırsat olarak değerlendirdik.
Artık yavaş yavaş gezinin sonuna gelirken, yorgunluk da ortaya çıkmaya başladı. Listedeki son yer Adıyaman Müzesi. Bizimkilerin pek ilgisi çekmediği için tek başıma girdiğim müzede ben de pek ilgi çekici bir şey bulamadım 🙂 Giriş ücreti 5 TL, Müze Kart geçerli.
Adıyaman’a veda etmeden önce çok da acıkmasak da yemek yiyelim istedik. Bunun için de tercihimiz Kebapçı Beko oldu. Garsonun önerileriyle verdiğimiz siparişe 63 TL ödeyerek mekandan ve sonrasında da şehirden ayrıldık.
Uzun süredir gitmeyi planladığım Adıyaman’ı da geride bırakmış oldum. Her ne kadar gün doğumu ve batımına hayran kalmasam da bu deneyimi hayatta bir kez yaşamak gerekir diye düşünüyorum.
Ayrıca bu vesileyle lise arkadaşlarıma da teşekkürü bir borç bilirim. Kırk yılda bir olsa da böyle geziler yapabiliyoruz. 😀
Gezmek Güzel Şey & Hayat Gezince Güzel