Bolu’ya Gitmeye Nasıl Karar Verdik?
Bolu’ya gitmeye nasıl karar verdiğimizi açıklamadan önce şu sorunun yanıtını verelim: “Sonbaharın doğa üzerinde yarattığı renk cümbüşünü en iyi nerede görebilirsiniz?” Hiç şüphesiz “Bolu”…. Instagram hesabımı açtığımdan beri başta Yedigöller olmak üzere Bolu’da yer alan bütün göllerin fotoğraflarını hayranlıkla takip ediyorum. Mevsimlerden sonbaharsa hem gökkuşağının bütün renklerini ağaç yapraklarında görebiliyorsunuz, hem de bu renklerin göller üzerinde oluşturduğu yansımaları.
Bolu’nun “Gezmek Güzel Şey” site yöneticisi Serdar’ın da gezmeyi planladığı yerler arasında bulunması, hatta hangi göllere gidileceğini en ince ayrıntısına kadar planlamış olması, gezmeyi bir başka sonbahara ertelemememiz gerektiğini söylüyordu. Ancak Bolu’da gezmek istediğimiz yer sayısının fazla olması ve ortak arkadaşlarımızın işlerinin yoğunluğu nedeniyle gezi ekibini oluşturma konusunda biraz zorluk yaşadık. Tam ümitlerimizi kesmişken Serdar’ın üniversiteden yakın arkadaşı Candan, hafta sonu nöbetini bizim için değiştirebileceğini söyledi. Böylece Serdar, Candan ve bendenizden oluşan gezi ekibi yolculuk hazırlıklarına başladı.:)
Bolu’ya Ulaşım
Bolu gezimiz için hafta sonu iki gün ayırdık. Planımız doğrultusunda cumartesi sabah saat altıda uçakla Trabzon’dan Ankara’ya hareket ettik, sonrasında Ankara Kızılay’da Candan’la buluşarak Bolu’ya geçtik. Yolculuğumuz süresince sağ olsun Candan’ımız arabasını feda etti. Başka türlü birbirine epey uzakta konumlanmış bu kadar gölü nasıl gezebilirdik bilmiyorum. Bu nedenle özel araç Bolu göller gezisinin olmazsa olmazıdır. Tekrar Candan’a çok teşekkürler… 🙂
1. Gün (21 Ekim 2017)
1.gün planımız Yedigöller, Abant Gölü, Sülüklü Göl, Akkayalar Traverteleri ve Bolu‘nun merkezini gezmekti; ancak dar yolları, araç trafiği ve meydana gelen ufak çapta kazalar nedeniyle Yedigöller’den ayrılmamız epey zamanımızı aldı. Bu nedenle planımızı değiştirerek Sülüklü Göl’e pazar günü gitmeye karar verdik. Akkayalar Traverterleri’ni ise Google maps’de yerinin yanlış işaretlenmiş olması nedeniyle bulamadık.:(
Yedigöller Milli Parkı
Yol boyu Yedigöller’e varıncaya dek öyle harika manzaralara tanıklık ettik ki… Henüz Yedigöller’e gelmeden sonbaharın ağaç yaprakları üzerinde bıraktığı kırmızı, turuncu, sarı, yeşil ve kahverenginin bin bir tonu bizi bizden alıp götürdü. Bu güzel kareleri fotoğraflayıp ölümsüzleştirmek içinse aracı devamlı durdurmamız gerekiyordu. Bir an önce Yedigöller’e varmayı istediğimiz için fotoğraf çekmeyi ve yol boyunca kahverengi tabelalarla tarif edilen manzara seyir teraslarına gitmeyi Yedigöller dönüşüne bıraktık. Yine de araç hareket halindeyken Candan video kaydetmeyi, bense fotoğraf çekmeyi ihmal etmedik. 🙂
Yedigöller Milli Parkı, heyelan nedeniyle meydana gelen yedi gölden (Büyükgöl, Küçükgöl, Nazlıgöl, Sazlıgöl, İncegöl, Deringöl, Seringöl) ve meşe, gürgen ve çam gibi farklı ağaç türlerinden oluşmakta. Biz en çok İncegöl’ü beğendik. Herkes en çok bu gölü beğenmiş olacak ki fotoğraf çekilmek için sıraya girmemiz gerekti. 🙂
Milli parkta kamp ve piknik yapan, doğa fotoğrafı çeken, trekking yapan yüzlerce insanla karşılaştık. Bu kadar insan içinde doğaya zarar verenler de oluyor tabii. Ancak burası o kadar harika bir doğaya sahip ki zarar vermemek, gelecek tüm nesillerin bu güzelliklere şahit olabilmesi için korumak lazım.
Bütün bu güzelliklere şahit olmak için otomobille girdiğimiz için 12 TL ödedik. Ancak içeriye girdiğimizde aracımızı park edecek alan bulmakta zorluk yaşadık. Hafta sonu ve tam mevsiminde gitmiş olmamız nedeniyle yerli yabancı pek çok turist buraya akın etmiş. Biz Yedigöller’den ayrılırken ki Yedigöller’den ayrılmamızın 4 saat sürdüğü düşünüldüğünde hala turistler gelmeye devam ediyordu. Milli parkın dışında kilometrelerce araç kuyrukları oluşmuştu. Bu nedenle buraya hafta içi gelmek daha mantıklı olabilir. 🙂
Dönüşte madem aracın içinde bekliyoruz, kahverengi tabelayla gösterilen Anıt Çam’ı görelim dedik. Ormanın içinde keyifli bir yürüyüşten sonra tahta merdivenleri takip ederek 500 yıllık 30 metre boyunda, 1,74 metre çapındaki Anıt Çam’a varabildik. Ardından aracımıza geri döndük.
Uçak yolculuğumuzda hava yolu şirketinin hizmeti olarak verilen Skylife’ta Yedigöller’i anlatan yazıyı dikkatle okumuş ve planlarımıza Kapankaya Manzara Seyir Terası‘na gitmeyi de eklemiştik. Dönüş yolunda aracımızı yol kenarını park edip seyir terasına tırmanmaya başladık. Tırmanırken biraz nefes nefese kaldık; fakat terasın en üst katına çıktığımızda tüm muhteşemliğiyle ağaçlar karşımızdaydı. Buraya bir ekleme yaparak inişte şahit olduğumuz bir olayı aktarmak isterim. 🙂 Bir çift tırmanıştayken (daha doğrusu kadın adamı çekiştire çekiştire yukarı çıkmaya zorlarken) adam feryat ederek bizden yardım istedi: “Birisi karıma yukarısının da burdan gördüğümüzle aynı güzellikte olduğunu anlatabilir mi? Allah rızası için…” Ancak yapabileceğimiz bir şey yoktu. 🙂
Abant Gölü ve Milli Parkı
Abant Gölü’ne vardığımızda güneş batmak üzereydi. Milli park olması nedeniyle yine 12 TL ödeyerek içeriye girdik. Ancak Yedigöller’den sonra gittiğimiz için olacak, bizim çıta epey yükselmişti 🙂 Yedigöller’e göre daha yapay gelse de güneşin batışının göl üzerindeki yansımasına şahit olmak olağanüstüydü. 🙂
Bolu Merkez
Abant Gölü’nden sonra artık iyice acıkmıştık; çünkü sabah kahvaltımızı uçakta verilen pohaça ve çayla yapmıştık, arabada da pestil ve köme yiyerek öğünlerimizi geçiştirmiştik. Candan’la ben gün boyu acıkmaya dair hiçbir şey söylemediğimiz için Serdar’ı biraz şaşırttık. 🙂 Hatta bu gezimizde bir ilk de yaşandı. Serdar ilk defa bir gezide acıktığını söyledi ve biz de bu anı hemen ses kaydı yaptık. 🙂 Ardından Bolu Et Mangal’a doğru yol aldık; fakat mekanın kapalı olduğunu görünce Bolu Et Evi‘ne direksiyonu kırarak karnımızı doyurduk. 🙂
Bolu Et Evi’nden ayrıldıktan sonra kalmayı planladığımız Otel Eratay‘a giderek, eşyalarımızı bıraktık. 2 tane 2 kişilik oda için 200 TL ödedik. Ardından Bolu’nun caddelerinde yürümeye başladık. En ünlü caddesi olan İzzet Baysal Caddesi‘nde yürürken İzzet Baysal’ın heykeline rastladık. Etrafta İzzet Baysal’ın ünlü sözlerini görünce Bolu için ciddi emek harcadığını anladık. Cadde boyunca Tarihi Tabaklar Hamamı, Köroğlu heykeli, Saraçhane Cami ve Taşhan‘ı gördük. Misafirlerine otantik bir ortam sunan Taşhan’a girip dibek kahvesi içtik. Taşhan’dan çıktıktan sonra yine İzzet Baysal Caddesi’nde bulunan Sufle adlı mekanı fark edip birer sufle yedik ve dinlenmek üzere otele geri döndük.
2. Gün (22 Ekim 2017)
Sabah otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra hemen yola çıktık. Planımızda birbirinden apayrı noktalarda konumlanmış ve sayıca ilk güne göre çok daha fazla olan yerler vardı. Hepsine gidebilecek miyiz diye düşünürken çareyi gittiğimiz yerlerde kalış süremizi kısaltmakta bulduk. Kimi zaman yanlış yollara saparak yolculuk süremizi uzatsak da harika manzaralara tanıklık ettik. Yolculuk süresince devamlı olarak aracı durdurup fotoğraf çektik. Kimi zaman aracın camından kafamızı dışarıya uzatarak, kimi zaman ise kapıyı açıp arabadan dışarı sarkarak… Yalnız bu sırada aracın altında ezilme tehlikesi atlattığımız oldu. 🙂
Gölcük Milli Parkı
2. gün ilk durağımız Gölcük Milli Parkı oldu. Gitmeden önce internette okuduğum gezi yazılarında eğer vaktiniz sınırlıysa Abant yerine Gölcük’ü tercih edin diyorlardı. Gerçekten Gölcük Milli Parkı olağanüstü güzellikteydi. Girişte yine 12 TL ödedik. Çevresini tam 1 tur yürüdük. Yürürken de yüzlerce fotoğraf çektik. Çektiğimiz fotoğrafların olmazsa olmazı göl kenarındaki meşhur evdi. Bu noktada evin göle büyülü bir hava kattığını söylemek gerekir. 🙂
Seben Gölü ve Taşlıyayla
Seben Gölü, Karadeniz bölgesinin en büyük gölü olup sulama amacıyla yapılan suni bir göl. Ancak bu kadar büyük bir gölün Google Maps’de göl olarak gözükmemesine çok şaşırdık. Buraya giderken gölün çevresini araçla turlayacağımızı düşünüyorduk; fakat yol yapım çalışmaları nedeniyle gölün çevresindeki ana yolu kapatmışlardı. Biz de ana yolun kapatıldığı yerde aracımızdan inip göle doğru yürüdük; gölün fotoğrafını çektikten sonra tali yoldan Solaklar Kaya Evleri’ne doğru devam ettik. Yol boyunca geçtiğimiz yaylalar ve farklı mimari yapılara sahip yayla evleri görülmeye değerdi.
Solaklar Kaya Evleri
MÖ 1200’lü yıllarda Frigyalılar tarafından düşman saldırılarına karşı kendilerini savunabilmek için yapılan kaya evleri, sonbaharın ağaçlarda bıraktığı farklı renk tonlarıyla birlikte çok güzel gözüküyordu. Kaya evlerinin altından dere akıyor ve derenin kenarında küçük bir su değirmeni bulunuyordu. Fotoğraflarımızı çektikten sonra aracımıza binip yola koyulduk.
Mudurnu
Nasıl Denizli’nin horozu meşhursa, Mudurnu’nun da tavuğu meşhur. İlçenin girişinde bizleri tavuk heykeli karşıladı. İlçenin merkezine geldiğimizde aracı park edip birbirinden güzel konakların çevresinde yürümeye başladık. Mudurnu Saat Kulesi‘ne çıkarak, Mudurnu’ya ve o güzelim konaklarına tepeden baktık. Ardından içinde çarşının yer aldığı Şemsiyeli Sokak‘tan geçtik. Yıldırım Bayezid Cami ve Hamamı, Semerci Dede ve Tekkeliler Konağı’nı ziyaret edip aracımıza bindik.
Karamurat Gölü
Mudurnu’dan sonra rotamızı Sülüklü Göl’e doğru çevirdik. Sülüklü Göl yol güzergahında hemen yolun kenarında bulunan Karamurat Gölü’nün fotoğrafını çekmeden yola devam edemezdik. 🙂 Bu yolda devam ederken navigasyonumuz bizi Sülüklü Göl için daha kısa alternatif yol çizdi. Ancak biraz ilerleyince bu yolun asfalt olmadığını, trekking yapanlar için ayrılan bazen toprak, bazen sulak ve engebeli bir yol olduğunu gördük. Yine de bu yola girmiştik, artık dönemezdik. 🙂 Yedek lastiğimiz de olmadığından lastiğimiz patlayacak diye epey korktuk aslında; ama bunu dillendirip olumsuzlukları çekmemeye çalıştık. Sonuçta bu yol bizi öyle harika manzaralara çıkardı ki; “Yanlış yola girmek hiç bu kadar güzel olmamıştı” dedik.
Sülüklü Göl
Sülüklü Göl’e vardığımızda zaten doğa bizi bütün güzellikleriyle etkilemişti. Göle indiğimizde tüm muhteşemliğiyle karşımızdaydı, içinde 300 yıl önceki heyelandan beri halen çürümeden yaşayan ağaç gövdeleri bulunmaktaydı. Candan başta olmak üzere oradan ayrılmayı hiç istemedik. Özellikle de burada kamp yapanlara çok özendik. Ancak gezilecek yer sayımızın fazlalığı nedeniyle erken ayrılmamız gerekti. Biz de Sünnet Gölü’ne doğru yola koyulduk.
Sünnet Gölü
Sünnet Gölü’ne girerken milli park statüsünde olması nedeniyle giriş ücreti olarak 12 TL ödedik. Girişteki görevli gölün adının neden sünnet olduğunu açıklayamasa da heyelan gölü olmasının bunda payı olacağını düşünüyorum. Gölün çevresinde piknik, yürüyüş, bisikletle gezinti; göl kenarında ise mercan ve alabalık yakalamak için olta balıkçılığı yapabilirsiniz. Yine göl kenarındaki otelde dilerseniz konaklayabilirsiniz. Sülüklü Göl’de göllerle ilgili beklentimiz biraz daha yükseldiği için olacak, bu göl bizi pek tatmin etmedi. Bu nedenle 5-10 dakika kadar burada kaldıktan sonra Çubuk Gölü’ne doğru yola koyulduk. 🙂
Çubuk Gölü
Çubuk Gölü, gitmeden önce en çok merak ettiğim göller arasındaydı. Gölün internetteki fotoğraflarını çok beğenmiştim. Göl kenarındaki yel değirmenlerinin gölle birlikte bende oluşturduğu “Hollanda” algısı hoşuma gitmişti; ancak değirmenlerin arasına araçlarını çekerek piknik yapan insanlar yüzünden o fotoğraflarda gördüğüm karelerin hiçbirini kendi fotoğraf makinemle yakalayamadım. Bu açıdan biraz hayal kırıklığına uğradığımı ifade etmeliyim. Ayrıca değirmenlerin bir dizi film için yapılması ve dizi film tutmayıp yayından kaldırılınca da kendi haline bırakılmasına da üzüldüm. Değirmenlerin içindeki tahta döşemeler bakımsızlıktan her an kırılacakmış gibi çıtırdıyor, camları kırık ve yerlerde, fırıldakların bazıları kopmuş, duvarlarının boya ve sıvası dökülmüş…
Göynük
Göynük’e vardığımızda hemen ilçenin muhteşem konaklarını ve mimari yapısını tepeden seyredebileceğimiz Zafer Kulesi‘ne çıktık. Ancak yol yapım çalışmaları ve yine Google Maps’in bizi en olmadık yollara yönlendirmesi yüzünden aracımızı park edip yokuş yukarı yürümek zorunda kaldık. Muhteşem manzarayı seyrettikten sonra ilçe merkezinde biraz yürüyerek Süleyman Paşa Cami ve Fatih Sultan Mehmet’in hocası Hz. Akşemsettin Türbesi‘ni ziyaret ettik.
Beypazarı
Göynük’ten sonra son durağımız olan Beypazarı’na doğru yola koyulduk; ancak ana yol güzergahındaki yol yapım çalışmaları nedeniyle yol kapalıydı. Yine eski tali yollardan giderek Nallıhan-Beypazarı karayoluna ulaştık. Bunun için aracımızın hızını birazcık arttırmamız gerekti; çünkü eski yollar yüzünden zamanımız daha da azalmıştı. Beypazarı’na vardığımızda planımız güneş henüz batmamışken Hıdırlıktepe’ye çıkmak ve ilçeyi tepeden seyretmekti; ancak yine yol yapım ve tepenin yeniden düzenlenme çalışmaları nedeniyle buraya ulaşamadık. Biz de merkezinde biraz dolaşıp çarşısından meşhur Beypazarı havucu ve Beypazarı kurusundan satın aldık. Yol üstünde iki tane havuçtan oluşan Havuç Heykeli’ni gördük. Ancak Beypazarı’nda Serdar’ın mide bulantısı ve yan ağrısı başladığı için Beypazarı Devlet Hastanesi’ni de ziyaret etmemiz gerekti. Böbrek taşı düşürüyordu ve biz o gece Trabzon’a uçakla dönmeyi planlıyorduk. Acil servisteki ilk müdahale ve Beypazarı-Ankara Havalimanı güzergahında aracın içinde dinlenmesi biraz olsun ağrısına iyi geldi ve uçakta herhangi bir sorun yaşamadan Trabzon’a varabildik. Acil servisten çıktıktan sonra akşam yemeği olarak Beypazarı güvecinin tadına baktık; ancak etten çok içinde sebzeli pilav bulunduğu ve önümüze soğuk getirildiği için beğenmedik. Bu sırada zaman darlığı yüzünden Ankara’da görmeyi istediğimiz arkadaşlarımızı göremedik; ancak sağlık söz konusu olduğundan bu isteğimizi başka bir geziye bıraktık. Bir de Beypazarı’nın gezi planına benim isteğim doğrultusunda eklenmiş olması ve zamanımızın çoğunu hastanede geçirmiş olmamız nedeniyle Beypazarı’nı pek ayrıntılı gezemedik. Onun için yine Ankara aktarmalı bir gezi planlarsak tekrar Beypazarı’na uğrayacağız.
Teşekkür
Geziyi planlayan, gezinin büyük bir çoğunluğunda aracı kullanan, böbrek taşı düşürüyor olmasına rağmen bize çaktırmamaya çalışan Serdar’a; ilk defa tanışmama rağmen yıllardır tanışıyormuşuz samimiyetini veren ve aracını gezi için feda eden Candan’a gezi yoldaşlıkları için çok teşekkür ederim.