İşte Da Vincisiyle, Medicisiyle meşhur Floransa. Roma’nın muhteşemliğinden sonra hiçbir şehrin bizi tekrar etkisi altına alamayacağından emindik ama Floransa da bunu neredeyse başarıyordu. Oya pek beğenmedi tabii. Gerçi o Roma’dan sonra gezdiğimiz hiçbir yeri beğenmedi ya neyse 😀
Lafı uzatmayayım. Roma’yı tamamlamak neredeyse akşamı bulduğundan üzerine tren yolculuğunu da katınca Floransa’ya varmamız geceyi buldu. Hızlıca hostelimize yerleştik ve uyuduk. ( Sivrisinekler yüzünden Oya uyuyamamış olabilir. 😛 )
Gezimizin her gününde olduğu gibi çalar saatimizi kurup erkenden kalktık. Tatilde de erken kalkacak isek tatilin anlamı ne demeyin bana. İşinize gitmek için bile erken kalkmaya onca çaba sarf ederken seveceğiniz şeyleri yapmak için biraz daha fazlasını yapabilirsiniz bence. Zaten eğer gezmek için erken kalkmaya eriniyorsanız hiç baştan plan yapmayın. Ben gezeceğim günün sabahı olsa da gezsem diye bazen kendiliğimden çok daha erken kalkıyorum. Bak yine lafı dolandırdım bir daha olmayacak söz. Floransa’ya başlayıp bitiriyoruz hemen. 😛
Kahvaltımızı hostelimizin yakınlarındaki Giardini della Fortezza’da(Kale Park) yaptık. 14. yy Floransa’sının duvarlarından birine inşa edilen, zamanında toplantılar, konserler için kullanılan Basso Kalesi’nin parkı. Ortasında yapay bir göl, çevresinde de yürüyüş alanları ve banklar mevcut. Kısacası kahvaltınızı yapmak için bire bir. Özellikle de bizim gibi günün erken saatlerini seçmişseniz tek başınıza parkın tadını çıkarabilirsiniz. Biz çok erken geldiğimizden kalenin içine giremedik tabii. Öyle bir isteğimiz de olmadı itiraf edelim. O yüzden kahvaltımızı yapıp yolumuza devam ettik.
İlk durağımız Floransa Katedrali. Meşhur Duomo. Asıl adıyla Santa Maria del Fiore Katedrali. Floransa’yı dizilerden takip edenlerin tanımakta hiç zorlanmayacağı muhteşem bir eser. Her bir duvarındaki birbirinden ince ayrıntılarla süslenmiş heykelcikler, desenler… Her bir parçası ayrı sanat eseri. Tamamlanması neredeyse 150 yıl süren bu katedral, yanındaki Vaftizhane ve Çan Kulesi ile mutlaka görülmesi gereken yerlerden.
Sıradaki durağımız Floransa’nın Cumhuriyet Meydanı. Bu meydan bir zamanların İtalya’sının merkezi sayılırmış. Antik şehrin merkez noktası. Yenilenme sürecinde burası da elden epey geçirilmiş tabii ki. Bu meydan Floransa’nın meşhur kolonlarından Dovizia Kolonu‘na ev sahipliği yapıyor.
Duomo’dan Signoria Meydanı’na giden yol boyunca bu güzel leydilerle karşılaşmak mümkün. Kendileri kiliseleri için yardım toplarken sizinle de fotoğraf çekiliyorlar. Ben daha bronz görüneyim diye bu beyaz hanımefendiyi seçtim. 😛
Signoria Meydanına geldiğimizde büyük bir kalabalık karşılıyor bizi. Yine Floransa’nın önemli duraklarından birindeyiz. Burada Vecchio Sarayı mevcut. Eskiden Medici ailesine ev sahipliği yapmış yapılardan biri yine. Michelangelo‘nun meşhurDavid Heykeli de bir ara burada sergilenen heykellerin arasındaymış ama görebileceği olası zararlar düşünülerek müzeye taşınmış. Kendisini Güzel Sanatlar Akademisi Galerisi’nde bulabilirsiniz. Biz kalan heykellerle yetindik. Burada yine çok meşhur Uffuzi Galerisi de yer alıyor. Bu galeride Medici ailesinin sanat koleksiyonları sergilenmekte. ISIC kartının, çoğu müzede geçiyor olmasına rağmen burada sadece AB üyesi vatandaşları için geçerli olduğunu öğrenince bozulup “sen almıyorsan biz hiç girmiyoruz” moduna geçtik ve oradan ayrıldık. Aslında girseymişiz iyiymiş. Pişmanım. 😀
Oradan Arno nehrine doğru devam ettiğinizde zaten sizi direkt Vecchio Köprüsü karşılıyor. Bu köprü şehrin en eski en meşhur köprülerinden. Nehrin en dar olduğu yere inşa edilmiş. Şimdilerde üzerini kuyumcular, hediyelik eşya satıcıları doldurmuş durumda. Kapalı çarşı tadında geze geze karşıya geçebilirsiniz. Ortalara doğru yer alan kemerlerden Arno nehrinin tadını çıkarmayı unutmayın.
Pitti Sarayı‘nda sıra. Tabii saraydan çok bahçesinde. Saray bir dönem Mediciler tarafından satın alınmış, yönetim üssü olarak kullanılmış. Değerli eşyalar için hazine odası görevi de görmüş. İlerleyen yüzyıllarda Napolyon döneminde hükümet üssü olarak kullanılmış. Arkasında yer alan uçsuz bucaksız Boboli Bahçeleri de saray müzeleri gezildikten sonra mutlaka görülmesi gereken yerlerden.
Ben eski takılar, tabaklar, dokumalar falan ilgimi çok çekmediğinden Oya’yı müzelere bırakıp attım kendimi Boboli’ye. Yeşille çevrili tüneller, birbirine dolanan desenli yollar, çiçek bahçeleri, havuzlar derken zaman nasıl geçti anlamadım. Bu bahçe de Medici’nin eşi için tasarlanmış. Tüm bahçeyi geze geze bitirdiğinizde(elinize bir harita veriyorlar, öylesi büyük bir bahçe.) sonundaki havuzun ortasında Neptün Heykeli tüm ihtişamıyla sizi beklemekte.
Karşı kıyısından nehir boyunca ilerlediğinizde sizi Michelangelo Tepesi karşılıyor. Çıktığınıza pişman etmeyecek bir Floransa manzarası bekliyor sizi tepede. Gezerken sizi saran doğal sarı, turuncu tonlarının koca şehri de sardığını görmek çok güzel. Önemli yapıların diğer binaların arasından nasıl da görkemle yükseldiğini mutlaka bu tepede izleyin. Uğranması gereken duraklardan.