Doğu Akdeniz turumuzun son günü…Rotamız Mersin. Yine bir gezinin sonuna doğru geliyoruz. Özgün üzgün, ben hüzünlüyüm. Samet ise hem mutlu, hem de yorgun 🙂 Tabii bu kadar yoğun tempo görmedi garibim 🙂 Sabahları erken kalkıp neredeyse yemeksiz gezmek, alıştığı bir şey değildi (Ama gezi bitince “bir daha ne zaman gezeriz?” dedi orası ayrı).
Neyse gelelim gezimize. Mersin için planlamamız biraz değişikti. Çünkü, görülmesi gereken bir sürü yer vardı ve hepsine zaman ayırma ihtimalimiz yok gibiydi. Benim için önemli olan; daha önceden de duyduğum Kız Kalesi ve Cennet – Cehennem Mağaraları‘nı görmekti. Bunun için zaman kaybetmemek adına Mersin merkezinde sadece Mersin Deniz Müzesi’ni görerek Erdemli’ye doğru hareket ettik.
Bir önceki yazımda övgüyle bahsettiğim Tarsus’tan sonra Mersin’de gezdiğim yerler beni fazlasıyla tatmin etti 🙂
Mersin’de Gezilecek – Görülecek Yerler
Mersin Deniz Müzesi: Bugüne kadar birçok müze gezsem de hayatımda ilk defa deniz müzesi gezdim. Ülkemizin denizcilik alanındaki dördüncü müzesi olan Mersin Deniz Müzesi’nde Türk denizcilik tarihi ve günümüze ilgili her türlü nesne, fotoğraf, eser,belge vb. bulunmakta. Bizim için farklı bir deneyim oldu.
Müzeye giriş ücreti yanlış hatırlamıyorsam 6.5 TL. Maalesef müze kart geçerli değil.
Soli Pompeipolis Antik Kenti: Bu antik kent Mersin’in 14 kilometre batısında merkez Mezitli ilçesi Viranşehir Semti’nde denize ve yerleşim birimlerine çok yakın bir konumda bulunuyor. “Güneş” anlamına gelen “Solio” adı verilen bu antik kentte kazı çalışmaları hala devam ettiği için gezmek mümkün değil. Zaten fotoğrafta görüldüğü kadar küçük bir alan geriye kalmış.
Etrafı çevrili olduğu için bu kareyi yakalamak bayağı zorlayıcı oldu 🙂
Kanlı Divane: Artık Erdemli ilçesindeyiz. Gezeceğimiz çoğu yer bu ilçede yer alıyor. Bunların ilki de Kanlı Divane. Bu antik kent çok büyük bir obruğun etrafına kurulmuş. Buraya Kanlı Divane denmesinin iki sebebi olabileceği söyleniyor. Birincisi, “kanlı” isminin kentin antik ismi “Kanitellis” ten geldiği, ikincisi ise Roma döneminde suçluların obruğa atılıp vahşi hayvanlara yem edildiği için bu ismin verildiği. İkinci isim bana daha doğruymuş gibi geldi 🙂
Antik kentin Olba Krallığı’nın sınırları içinde bulunan önemli bir dinsel merkez olduğu Bizans Dönemi’ne ait kiliselere dayanılarak söylense de, son yapılan çalışmalarla burasının ayrı bir kent olma özelliği de taşıdığı ve önemli bir zeytinyağı üretim merkezi olduğu ortaya çıkmış.
Daha önce burayı duymamış olmak gerçekten düşündürücü. Böyle yerlere artık gereken önemin verilmesi lazım. Biz gittiğimizde çevre düzenlemesi yapılıyordu.
Bu antik kente giriş 5 TL. Müze kart geçerli. Kesinlikle gidin ve görün.
Cennet – Cehennem Mağaraları: Gel gelelim meşhur mağaralara…Yer altı deresinin yol açtığı kimyasal erozyonla oluşan bu yapılar hayli ilginç. Cennet Obruğu’na inmek mümkün iken Cehennem Obruğu’na inemiyorsunuz
Cennet Obruğu’nun sonunda bir mağara ve mağaranın hemen girişinde bir kilise bulunuyor. Bu kilise, 5. yüzyılda Aziz Paulus tarafından Meryem Ana’ya ithafen yapılmış.
Buraya kadar gelmişken mağaranın içine de girmek lazım 🙂 Mağara çok büyük değil. Ama görüntü çok güzel.
Bu kadar indikten sonra insan nasıl geri döneceğini düşünmüyor değil 🙂 452 basamak merdiven ve bir sürü yol…Ve de gezilecek bir sürü yer için acele etme gerekliliği…Nefes nefese geri döndükten sonra bu sefer Cehennem Obruğu’na doğru yol aldık.
Cehennem Obruğu, Cennet Obruğu’na yaklaşık 75 metre kuzeyinde. Çok şükür ki buraya iniş mümkün değil 🙂 Sadece yüksekten göz atıp ayrılıyorsunuz.
Buradan ayrılırkenki düşüncem: “demek ki cennete ulaşmak zor olduğu için böyle isim vermişler” şeklindeydi 😀 Ancak içinin yeşilliğinden ve akarsuyun olmasından dolayı “cennet” deniyormuş 🙂
Bu arada Cennet-Cehennem Mağaraları’na giriş ücreti 10TL. Müze kart geçerli.
Astım Mağarası: Cennet-Cehennem Mağaraları’nın hemen yakınındaki Astım Mağarası, astım hastalarına iyi geldiği söylendiği için bu adı almış. Mağaranın girişi biraz sorunlu. Spiral şeklindeki dar merdivenlerden aşağı inerek ulaşıyorsunuz. Eğer aşağıdan insanlar gelirse işiniz biraz zor 🙂
Mağara içinde dikitler ve sarkıtlar mevcut. Bazı alanları hala ışıklandırılmamış olduğu için cep telefonlarımızın ışıklarıyla gezmek durumunda kaldık. Mağarayı gezmek 15 dakika kadar süre aldı.
Bu mağaraya giriş 5 TL. Müze kart geçerli.
Uzuncaburç Örenyeri: Astım Mağarası’ndan kuzeye doğru devam ettik. Hedefimiz Uzuncaburç. Netten gördüğüm kadarıyla, kesinlikle gitmemiz gerek dediğim yere ulaşmamız biraz zaman aldı. Çünkü kullandığımız yolun bir kısmı stabilize yoldu. Sonradan öğrendik ki güzel olan başka bir yol daha varmış.
Örenyerinde sütunlu cadde, tiyatro, tören kapısı, çeşme ve zafer kapısı gibi Roma döneminden kalma yapılar bulunmakta. Beni ne kadar etkilese de, Samet etkilenmemiş olacak ki arabadan dışarı çıkmadı 🙂
Bu kadar güzel ve korunmuş yapının olmasına rağmen örenyeri yeteri ilgiyi görmemiş. Gittiğimizde görevli bile ortalıkta yoktu. Şans eseri bizi gördü, biz de müze kartlarımızı gösterdik. Normalde giriş ücreti var ve 5 TL.
Örenyerini gezerken çevredeki bir yapı gözümüze çarptı. Fotoğraftaki Helenistik yapı bir gözetleme kulesi. 22 metre uzunluğundaki bu kule, koruma altında olmayan diğer bir eser. İçi çöplük yuvası. İnsan üzülmüyor değil 🙁
Olba Antik Kenti: Artık Uzuncaburç’u geride bırakıp tekrar sahile doğru dönmeye başladık. Oradaki yerli insanlardan öğrendiğimiz yolu denemeye karar verdik. Yol gayet güzel. Çevremiz ise tarihi kalıntılarla dolu. Hayran kalmamak elde değil. Ve yol üstünde bir antik kent görüp durduk. Burası Olba Antik Kenti.
Artık o kadar çok antik kent gördük ki, arabadan çıkmadık bile 🙂 Zaten gezebilecek kadar büyük bir alan geri kalmamış.
Antik kentten geriye kalan su kemeri görülmeye değer.
Cambazlı Kilisesi: Dönüş yolumuza antik eserlerle devam ettik. Yeni yerimiz, bulmakta zorlansak da Cambazlı Kilisesi. Bu kilise, benzerleri arasında gerçek özelliklerini korumuş en iyi durumdaki örneklerden biriymiş. Kilisenin tüm duvarlarının sağlam olması ayrı bir hava katıyor.
Adam Kayalar: Nasıl bir dönüş yoluysa sürekli yeni bir şey görüyoruz 🙂 Sırada “acaba bulabilir miyiz?” dediğimiz Adam Kayalar var. Bulamama endişemiz, nette araştırdığımız zaman okuduklarımızdan kaynaklı. Tabelası olmadığından, yolunun kötü olduğundan falan bahsedilmiş. Ama şimdi siz bunları unutun 🙂 Tabelası gayet de mevcut. Onu takip ederek 2 kilometre ilerleyince Adam Kayalar’a ulaşmak mümkün.
Araçtan inince Adam Kayalar’ı anlatan bir yazı bulacaksınız. Buradaki garip hikayeyi okuduktan sonra hemen yanından inerek maceraya başlayabilirsiniz. Kırmızı ok ile gidilmesi gereken yönler gösterilmiş. Bu bölgeye iniş biraz zahmetli. Herkesin yapabileceği türden değil.
Bu kabartmaların MÖ 2. ile MS 3. yüzyıl arasında yapıldığı tahmin ediliyor. Bu bölge kutsal olarak kabul edildiği için ölmüş olan önemli kişilerin anısını yaşatmak üzere yakınları tarafından yapılmış. Oldukça etkileyici bir görüntü ziyaretçilerini bekliyor.
Kız Kalesi: Sonunda sahile ulaştık. Karşımızda muhteşem bir sahil, muhteşem bir manzara. Zaman olsa otur karşısına saatlerce izle 🙂
Sahile 200 metredeki Kız Kalesi hakkındaki efsaneye göre; dönemin kralı güzeller güzeli kızı için fal baktırır. Kızının yılan tarafından sokularak öleceğini öğrenen kral adanın ortasına kale yaptırır. Kızını ve hizmetçilerini bu kaleye kapatır. Bir gün kızın canı üzüm ister. Sarayda hazırlanıp gönderilen üzüm sepeti içinden çıkan yılan kızı sokar ve prensesi öldürür.
Yukarıdaki fotoğraf da sahil kenarındaki kale. Buraya giriş mümkün. Giriş ücreti 5 TL. Müze kart geçerli. Kalenin içinde günümüze kalan çok bir yapı yok. Bence tek güzelliği kaleden kaleye bakma imkanı vermesi.
Hz. Mikdat Cami: Artık merkeze tekrar dönme zamanı. Güneş bizi terk etti, bizim de Mersin’i terk etme zamanımız geldi. Son olarak biraz Mersin sokaklarında gezip, yemeğimizi yiyelim dedik.
Gün ışığında Deniz Müzesi’ne girerken gördüğümüz camiyi bir de akşam vakitlerinde görelim istedik. Türkiye’deki 6 minareli 3 camiden biri olan bu cami Mersin gezimizde gördüğümüz son yapıydı.