İstanbul Boğazı’nın Batı Kıyısında Yürüyerek Gezmek

Başlangıç Noktamız

“İstanbul yürüyerek gezilir mi, gezilirse nasıl gezilir?” gibi soruların cevabını Gezmek güzel şey site yöneticisi Serdar’la hakkıyla verdiğimiz İstanbul gezimiz işte karşınızda 😀 Bu gezimiz 3 gün sürdü ve neredeyse İstanbul’un altını üstüne getirdik. Ancak şunu söylemeliyim ki gezimizi yürüyerek gerçekleştirdiğimiz için fiziksel anlamda epey yorulduk. Yorgunluğumuz biraz da mevsimin kış olması, ara ara yağmur ve karın bize eşlik etmesi, yanımızda bizi yürüyüşten caydıracak kimsenin bulunmaması, üstelik ayakkabılarımızın da yürüyüş veya spor ayakkabı yerine bot olmasından kaynaklanıyordu. Bu nedenlerle ufak tefek sakatlıklarımız da oldu; ama şikayetçi değildik.

Eminönü’nden yürüyüşümüze başlarken

İstanbul’da günde 25 – 30 km’lik yürüyerek oluşturduğumuz rotalarımızın ilkini bu yazımda sizlerle paylaşıyorum. Eminönü‘nde Galata Köprüsü‘nün başladığı yer bizim yürüyüşe başlangıç noktamızı oluşturuyordu. Eminönü’nde hafif yağmurlu bir günde o muhteşem deniz kokusunu içimize çeke çeke, martıları, iskelelerden kalan gemileri ve balık ekmek satan balıkçıları seyrede ede köprüyü karşıya geçtik; böylece İstanbul Boğazı‘nın batı kıyısındaki yürüyüşümüze başlamış olduk.

Eminönü’ndeki meşhur balık ekmekçiler

İlk Hedefimiz Galata Kulesi

Galata Köprüsü’nü karşıya geçtikten sonra artık Karaköy‘deydik. İlk hedefimiz olan Galata Kulesi için İstanbul’un eski ve dar sokaklarında yukarıya doğru tırmandık. Galata Kulesi, benim İstanbul’da en sevdiğim yer olduğu için heyecanlıydım. Ayrıca burayı ilk defa kışın ve yağmurlu bir havada ziyaret edecektim. Biraz tırmandıktan sonra tüm ihtişamıyla kule karşımıza çıkmıştı. Galata Kulesi’ni ziyaret edip eşsiz manzarasını hafızlarımıza kazıdıktan sonra İstiklal Caddesi‘ne doğru yola koyulduk. Galata Kulesi’ni daha önce sitede paylaşmıştık, dilerseniz okuyabilirsiniz.

Galata Kulesi ve ben 😀

İstiklal Caddesi

Galata Kulesi’nden ayrıldıktan sonra İstiklal Caddesi‘nde ilerlemeye başladık. Bu arada boş boş yürümedik, İstiklal Caddesi üzerinde yer alan görülmesi gereken yerleri de ziyaret ettik. Kırım Kilisesi, Santa Maria Draperis Kilisesi, Sent Antuan Kilisesi ve Çiçek Pasajı‘na gittik; Galatasaray Üniversitesi’nin görkemli kapısının önünden geçtik.

Çiçek Pasajı ve Gezmek güzel şey 😀

Sabahın erken saatleri olduğu için etrafımız sessiz sakindi, hatta bir kerecik bile olsun tramvay geçmedi. Sokak çalgıcıları da yoktu. Sanırım saat seçimimiz yanlıştı; ama yazıyı okumaya devam ederseniz bunu nasıl telafi ettiğimizi görebilirsiniz 😀

Kırım Kilisesi

Madame Tussauds Müzesi‘ne giriş ücreti pahalı olduğu için girmedik. Serdar daha önce Amerika’da Madame Tussauds Müzesi’ne, ben ise Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen’in Balmumu Heykeller Müzesi‘ne gitmiştik. Biraz da bu nedenle buradan feragat ettik. Sokak satıcılarından kestane satın alıp Taksim’den Beşiktaş Vodafone Arena’ya doğru yürüyüşümüze devam ettik.

İstiklal Caddesi

Beşiktaş Vodafone Arena

Beşiktaş Vodafone Arena’ya vardığımızda, Gezmek güzel şey site yöneticisi Serdar, hemen atkısını çıkardı. Ancak özellikle altına çizmek istiyorum, bu atkı basit bir atkı değildi; çünkü üzerinde Trabzonspor’un bordo mavi renkleriyle “Bize her yer Trabzon” yazıyordu. Ardından stadın önünde Serdar’a atkısıyla fotoğraf çektim. Çekerken şiddete uğramadık, kimsecikler de görmedi. Zaten burada önemli olan da Serdar’ın “Bize her yer Trabzon” temalı fotoğraflarına bir yenisini daha eklemiş olması, taraftarlar arasında çatışma çıkarmak değil 😀

Bize Her Yer Trabzon 😀

Dolmabahçe Caddesi

Stadın önünde Serdar’a fotoğraf çektikten sonra Dolmabahçe Caddesi boyunca yürüdük. Dolmabahçe Sarayı, Saat Kulesi ve Camisi‘nin önünden geçtik. Daha önce ziyaret ettiğimiz için sarayın içine girmedik. Cadde boyunca, Atatürk’ün duvarlara asılı siyah beyaz fotoğraflarına baka baka yürüdük.

Dolmabahçe Saat Kulesi

Biraz ilerleyince Barbaros Parkı‘na vardık. Burada Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbesi ve heykeli bulunmakta. Ruhuna dualarımızı ilettik, heykelini selamladık.

Dolmabahçe Caddesi’ndeki Atatürk fotoğrafları

Yeni durağımız Çırağan Sarayı idi. Tabii ki içeri girmedik, dışarıdan fotoğrafını çektik. Ortaköy’e adım adım yaklaşıyorduk ve heyecanlıydık. Daha önce pek çok kez buraya gitmiş olsam da restorasyon çalışmaları nedeniyle Ortaköy Cami‘nin içini ziyaret edememiştim. Bu sefer ziyaret edebilecektim.

Dolmabahçe Sarayı’nın arka kapısı

Ortaköy

Ortaköy’e geldiğimizde hemen buranın deniz kıyısında yer alan meşhur camisi Ortaköy Cami‘nin  önünde fotoğraf çekildik. Güvercinlerin arasından geçerek camiye doğru yöneldik ve caminin içini ziyaret ettik.

Ortaköy Cami ve Güvercinler

Ortaköy Cami’nin esas adı Büyük Mecidiyeköy Cami olsa da bulunduğu bölgenin adıyla anılıyor. Sultan I. Abdülmecid tarafından 1854 yılında yaptırılmış. Dış mimarisinde beyaz kesme taş, iç mimarisinde ise pembe mozaikler ve mermer kullanılmış. Caminin duvarlarındaki, geniş ve büyük pencereler adeta doğal spot görevi üstlenerek kubbeye yakın konumda bulunan Allah, Hz. Muhammed ve dört halifenin yazılı olduğu bölümleri aydınlatmış. Öyle ki gündüz vakti ihtişamlı avizeleri kullanmaya gerek kalmamış.

Ortaköy Cami’nin içi

Cami ziyaretimizi tamamladıktan sonra kardeşim Ecem’in bana 3-4 yıldır anlattığı meşhur kumpirciyi bulmaya çalıştık. Mekanın adını bilmediğimiz için bulmada biraz zorlandık. Halbuki hemen denizin kıyısındaymış. Öğle yemeği niyetine kumpir yedik. Ecem burada waffle da yemişti ve buranın waffle’ının hayatında yediği en güzel waffle olduğunu iddia ediyordu. Gezilerimizde yemekler hiçbir zaman önceliğimiz olmasa da sırf bu nedenle istisnai bir durum yaratarak kumpirin üstüne waffle da yedik 😀 Ancak ikisi de standarttı bizce, olağanüstü güzellikte değildi. Belki de yine mevsimin kış olmasının ve turizmin sessizliğinin azizliğine uğramıştık.

Ortaköy’deki kumpircimiz Alaca Kafe

Bebek

Ortaköy’den ayrıldıktan sonra İstanbul Boğazı’nın kıyısındaki yürüyüşümüze devam ettik. Arnavutköy ve Bebek‘e doğru ilerlerken dikkatimi çeken bir şey oldu. Bütün yatlar deniz kıyısına demirlenmişti, deniz kıyısında neredeyse boş yer yoktu. “Herkesin yatı mı var acaba?” diye düşünürken Serdar’ın uyarısı sayesinde bunun nedenini anladım. Ben İstanbul’u hep yazın ziyaret ettiğim için büyük ihtimalle yatlar denizde oluyordu. Bu sefer mevsim kıştı, deniz dalgalıydı ve ara kar yağıyordu. Yatların kıyıya demirli olması normaldi 😀

Yürürken Bebek Parkı‘ndan ve İstanbul’un meşhur aktivitesi olan boğazda kahvaltının adresi restoranları gördük. Hafta sonları hava da güzelse tıklım tıklım olan, hatta yemek sırası için oluşan kuyrukların sokaklara kadar taştığı mekanlar, hafta içi sinek avlıyordu. Önemli de değildi, mis gibi deniz kokusunu içimize çeke çeke, İstanbul’un güzel manzaralarına baka baka ilerliyorduk. Arada bir üşüyorduk, arada ayaklarımıza ağrılar giriyordu; ama daha önce de belirttiğim gibi önemli değildi 😀

İstanbul Boğazı’nın batı yakasından Rumeli Hisarı ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne doğru bakarken…

Rumeli Hisarı (Boğazkesen Hisarı)

Rumeli Hisarı‘na gelince dışarıdan bakmakla olmaz, müzekartımız da var. Hazır müzekartımız da varken ücretsiz içeri girelim dedik. Açıkçası içeride ne olduğunu bilmiyorduk. Surların tepesine çıkarız, İstanbula’a birazcık da tepeden bakarız diye düşünmüştük. Ancak surlara çıkış mümkün değilmiş. Hisarın bahçesinde toplar vardı, onlara baktık, biraz yürüdük, sonra da dışarı çıkıp yolumuza devam ettik.

Rumeli Hisarı’ndaki toplar

Bu arada unutmadan Rumeli Hisarı‘yla ilgili birkaç önemli bilgi verelim. Rumeli Hisarı, 1452 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından boğazın en dar noktasına yaptırılmıştır. 90 gün gibi kısa sürede tamamlanmış olması ve dünyanın en büyük kale burçlarına sahip 3 büyük kuleden oluşması en önemli özellikleridir. İçerisindeki amfitiyatroda daha önceleri konserler verilirken, tarihi dokuyu bozmamak adını yasaklanmış.

Rumeli Hisarı’ndan İstanbul Boğazı’na doğru bakarken

Baltalimanı Japon Bahçesi

Rumeli Hisarı’dan ayrıldıktan sonraki ilk hedefimiz aslında Emirgan Korusu’ydu. Yol üstünde Baltalimanı Japon Bahçesi‘ni görünce girmek istedik. Daha önce Konya’daki Japon Bahçesi’ne gitmiştim ve çok beğenmiştim. Hatta sitede de yazmıştım, dilerseniz okuyabilirsiniz. Ancak buradaki Japon Bahçesi çok amatörce oluşturulmuştu, kapısında yazan Japon Bahçesi’ni görmesem burasının Japon Bahçesi olabileceği aklıma bile gelmezdi. Ancak şunu da belirtmeliyim ki geziden döndükten aylar sonra (aslında çiçeklerin özellikle de lalelerin açtığı baharın yeşilin en güzel etkilerini doğada gördüğümüz bir zamanda) karşımıza çıkan fotoğrafla epey şaşırmıştık. Meğer Baltalimanı Japon Bahçesi de en az Konya’daki Japon Bahçesi kadar güzelmiş. Kış mevsiminin azizliğine uğramıştık 🙁 Biz de ne yapalım, burada kısa süre kaldıktan sonra Emirgan Korusu‘na doğru devam ettik.

Baltalimanı Japon Bahçesi

Emirgan

Emirgan’a vardığımızda gerçekten çok yorulmuştuk; çünkü sabahtan beri yürüyorduk ve akşam olmak üzereydi. Emirgan Korusu’na nasıl en kısa yoldan gideriz diye düşünürken ara yollara saptık, arka kapısından girdik. Lale Müzesi‘nin önünden geçtik. Ağaçların arasındaki yaya yollarından yürüdük. İçeride bulunan köşklerin ve yapay gölün fotoğrafını çektik.  Bu sırada 1-2 dakika süren kar yağışı da oldu. Böylece lale zamanı ya da ilkbaharda gelmek gerektiğini anlamış olduk; çünkü daha önce baharda gittiğimde cıvıl cıvıldı buralar, mevsimin kış olması nedeniyle pek bir renksizdi. Anlayacağınız İstanbul’a bir sonraki gidişimi ilkbahara denk getirip tekrar gidesim var hem Baltalimanı’na hem de Emirgan’a. Size de önerim ilkbaharda lalelerin açtığı zamanda gitmeniz 🙂

Emirgan Korusu

Akşam Olunca

Emirgan Korusu’ndan yorulmuş bir şekilde ayrılırken otobüs durağına yöneldik. Akşam saatlerinde burada trafik çok sıkıştığı için önce otobüsle Levent’e geçtik, sonra orada metro aktarması yaparak Taksim’e gittik. İstiklal Caddesi‘nde de biraz yürüdük. Sonra ben donduğum için liseden arkadaşlarımız Pelin ve Serkan’ı bekleyemeden J’adore‘a gidip oturduk. Arkadaşlarımız gelince sohbet edip hasret giderdik. Burada yediğimiz Oh la la Beatrice ve sufleyi çok beğendik. Farkındaysanız akşam yemeği yemeden tatlıyla geçiştirdik. Bu nedenle ben tatlı hakkımı iki tane sufleden yana kullandım 😀

Oh la la Beatrice 😀

J’adore’dan çıkışta İstiklal Caddesi daha bir renklenmiş, şenlenmişti. Sokak çalgıcıları her yerdeydi. Tramvay geçiyordu. Demek ki böyle ünlü caddeler insanıyla eğlencesiyle seviliyor.

Akşam İstiklal Caddesi

Eminönü ile başlayıp İstiklal Caddesi’yle bitirdiğimiz yürüyüşlü İstanbul gezimizin 2. günü de en az 1. gün kadar güzel geçti. Onu da okumak isterseniz, tıklayabilirsiniz 😀

Gezmek Güzel Şey & Hayat Gezince Güzel

Yorumlar

    Cengiz

    (31 Mayıs 2019 - 07:16)

    Ne güzel bir tur olmuş;) keyifle okuduk

    Ceyda

    (1 Haziran 2019 - 07:48)

    Çok teşekkür ederiz Cengiz Bey 🙂 Yazılarımız okundukça, sizler keyif aldıkça bizler de mutlu oluyoruz 🙂

Ceyda için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Yazar: Ceyda

Çalışma hayatımın çok yoğun ve yorucu olduğu zamanlarda hayattan kısa bir mola alarak gezmek, görmek, farklı kültürleri tanımak, yeni insanlarla tanışmak isterim. Çalışmaya verdiğim ara yeni yerler keşfetmemi sağladığı kadar işe döndüğümde de motive olmamı sağlıyor. Ayrıca eğitim amaçlı katıldığım seminer, kurs, kongre ve sempozyumlarda da gittiğim şehirlerin güzelliklerini keşfetmek için vakit ayırmaya çalışıyor, hem geziyor, hem de okuyorum. Böylece "Çok gezen mi, çok okuyan mı bilir?" sorusuna yanıtım "İkisini de yapan... "oluyor.